30 Nisan 2010 Cuma

İlhan İrem..Bezgin, dinliyorum.


İlhan İrem Bezgin Klibi

Çocukluğumdan beri İlhan İrem ciddi şekilde önemsediğim ilk ve tek sanatçı olmuştur. Bir çok sevda gelir geçer de birinin hep yüreğinde kalması gibi bir durum bu. Bezgin şarkısı çok eskilere götürüyor, fazla bilindik olmadığından mp3 formatında bulamadım.

Karanlık bir odada, gecenin sessizliğinde mum ışıkları arsında dinlenecek bir şarkı hissi uyandırıyor bende. Çok çok güzel, oyup kanatmadan sadece derinden sızlatan bir şarkı..

İlhan İrem, gibisi var mı ? yooooook.. :)




29 Nisan 2010 Perşembe

Buluşmuştuk Bir Kavşakta XIV

Gürültünün içinde sesini duyamazsın bazen, sessizlik içinde ise çığlıklarını..

Sinem ve grubun solisti epey peşinden koştuktan sonra Mahonun duraklaması ve Sinem’in ani bir hamlesiyle bu gösteriye son verdiler..önde ayakkabıları olmayan çılgın gibi koşan bir adam arkasında ona yetişmeye çalışan sarışın bir kız ve bir başka adam, hayli ilginç görünüyorlardı.
Tekrar eve döndüklerinde Yeşim ve Paşa koyu bir sohbete dalmışlardı donuk bakışlı gamsız kız arkadaşı ise kedi gibi Yeşimin yatağına kıvrılmış orada mı değil mi belli olmuyordu.Sonrasında Maho sakinleşmiş kanapeye yatırmışlardı Sinem ve Yeşim ise arka bahçeye bakan diğer odada yere attıkları battaniyenin üzerinde uyumaya çalışacaklardı. Topu topu sabah birkaç saat kalmıştı ve yarın büyük gündü. Sinem’in mahoyu yakalama macerasını dinleyip kafasında canlandırdıkça Yeşim sürekli gülüyordu, arkasından boynuna atladığım gibi yakaladım diyordu Sinem, cidden delisin diyordu Yeşim’de gülerek.

Ertesi sabah Yeşim erkenden amfi tiyatroya gitti, şanslıydılar hava her zamankinden güzeldi..program açık havada olacağı için endişeliydiler ancak her şey tuhaf şekilde yolunda gidiyordu. Sinem öğlene doğru grupla birlikte geldiğinde hareket başlamıştı. Şimdi tek sorun kampus kurallarına göre alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin içeri sokulmadan izleyicileri içeri kontrollü bir şekilde almaktı. Konserlerin saati gelmiş amfinin yarıdan fazlası dolmuştu. Her grup üçer şarşı söyleyip sahneden ayrılacaktı ve düşünüldüğü gibi program ilerlemeye başladı. Bir buçuk saatin sonunda gelen grupların yarısı sahne almıştı gençler eğlencenin dozunu kaçırmaya başlamışlardı çılgınlar gibi kafalarını sallayıp buda yetmezmiş gibi şiddetle birbirlerini itip kakıyor sağa sola fırlatıp üstlerinde zıplıyorlardı, ne kadar kontrol edilmeye çalışılsada bir şekilde kafa yapıcı maddeleri almış görünüyorlardı. İçlerinden bir tanesi yere kafasını vurmuş kaşını yarmıştı, yinede soğukkanlılıklarını korumaya çalışıyorlardı Ufuk ve Yeşim.

Darkspirit sahneye çıktığında diğerlerinden daha coşkulu karşılandılar Ufuk'un söylediği kadar belli bir kitleleri vardı. Dikkat ve keyifle dinledim nede olsa bir geceliğine de olsa bir evi paylaşmıştık, dışarıdan göründükleri gibi değillerdi hatta sonradan sevmiştim onları tek kötü yanları çok rahat olmalarıydı ve postallarının kokması. Maho geceden iyi görünüyordu ama hala aklı başında değildi sanki. Ben daha önceleri rock müziğin içinde olmuştum bir grup arkadaşlarım bu tarzdı ama Sinem için tam bir faciaydı bu müzik, gözlerini yukarı dikip yeter bitsin bakışı atıyordu Amfi tiyatronun merdivenlerinde oturduğu yerden. Ben ise dün gece onlardan death thrash gibi terimleri öğrenmiştim bizim grubun yaptığı da böyle bir şeydi..Hemen bizim grup olmuşlardı, yine sahiplenmiştim. Yakınlarımda olan her şeye yaptığım gibi. Üç şarkının sonunda görülmeye değer bir çılgınlık vardı. Paşa sahneden ayrılmadan önce organizasyon için Ufuk’a teşekkür etti ardından ‘her şey için Yeşim’e’ diyerek bagetinin tekini kucağıma doğru fırlattı, harika bir hediye olmuştu benim için, dün geceki olumsuzlukları hemen unutmuştum. Değişmez huyum her zaman böyle olmuştur zaten.


Her şey bitip kalabalık dağıldığında televizyoncuları yolcu edip bir oh çekmeden, Ufuk’un ayarladığı bütün grupların katılacağı yemeğe koşturduk.
Eve döndüğümde elimde bir baget dağınık odaları gezdim tek tek. Yatağımın üzerinde bir parfüm şişesi buldum..’jil sander’ dı markası mat beyaz bir şişeydi şaşırmıştım, unutulmuş muydu yoksa teşekkür için mi bırakmıştı Paşanın kız arkadaşı bilmiyorum. Kokusu güzeldi ama o buradayken bu kokuyu hiç almamıştım. Şişeyi kendi parfümlerimin yanına koydum ve hiç kullanmadım.

Hayatı yakalamak kolay olmuyordu yine, bir hafta daha geçmişti eski bir şehirde. Bu bir hafta içinde sıklıkla festivalin kritiğini yapmıştık, getiri ve götürüsü maddi olarak neredeyse denkti, yinede memnunduk. Sinem üç gece eve gelmedi Bana söylemesede yavaş yavaş Ufuk’un evine yerleşmeyi düşündüğünü hissediyordum. Ufuk kendinden beklemediğimiz bir performans gösteriyordu Sinem konusunda. Sorumluluk sahibi ve ciddi görünüyordu ve çok keyifli. Her erkeği adam edecek bir kadın vardır bir yerlerde ve Ufuk’un ki şüphesiz Sinem olmuştu. Sinem babasıyla görüşmüştü, bir baba olmak için çok geçti belki ama bir aile dostu kıvamında Sinem’in yakınlarında olması beni de mutlu ediyordu. Beynimin içinde oluşan sessizlikle birlikte Ankara’da ki sessizlikte canımı sıkmaya başlamıştı. Tuhaf geliyordu aranıp sorulmamak zorla eve götürülmeye çalışılıp tehdit edilmemek. Ömrümün sonuna kadar sanki kanunsuz şekilde kaçıyormuş gibi yaşayamazdım. Bu sessizlik bir şekilde bitmeliydi..


Festival sonrası durgunluk kendi kendime düşüncelerimle kalmaya itmişti beni ve iyi olmamıştı. Semihle hiç görüşmemiştik, sanırım görüşmeyecektik de.. O’nu düşünmek ise hepsinden yerle bir ediciydi, çok özlemiştim ve dönüşü olmayan bir yoldu atık. En kötüsü de artık hiç olmayacak olmasıydı. Unutmaya çalıştıkça derinleşiyordu sanki, günler geçtikçe daha bir yerleşiyordu tüm hücrelerime..

Sinem’in eve gelmediği gecelerden birinde Cem’e mesaj atıp düğünün tam tarihini ve yerini öğrenmiştim ve en inanılmaz kısmı da teyzesinin kızıyla evlenecek olmasıydı. Birkaç kere görmüşlüğüm vardı hatta bahsetmişti ailelerin böyle bir isteği olduğundan ama ihtimal dahilinde bile değildi onun için..yine yanılmıştım. O mantığını dinlemişti aşkı değil huzuru seçmişti kendince.
Gözümle görmeden inanamazdım. Karar vermiştim iki gün sonra kaçtığım şehirde kaçtığım her şeyin yakınında olacaktım, sadece yakınında karşısında değil.

Sinem, Ufuk’un yanına taşınacağını bir türlü söyleyemiyordu Yeşim’e, uygun zamanı kolluyordu, ve kendince o zamanı yakalamıştı. Sakin bir geceydi ve Yeşim’in en sevdiği şey olan köşedeki halojen lambasının ışığında pişti oynuyorlardı, tam vakti diye düşündü Sinem, tam o sırada Yeşim ‘yarın Ankara’ya gideceğim, düğüne’dedi. Yani ölümüme dedi sonra..Saçmalama diye karşı çıktı Sinem, görmem gerek dedi Yeşim, inanmam gerek.


Hayatıma beklenmedik bir yağmur damlası gibi düştün, en kötü gecemde tanıdım seni, sonraki kötü gecelerimde hep yanımda hissettim garip bir duygusun bende, bazen beni çok kızdırıyorsun ama aynı zamanda candan bir şeysin içimde..biliyorsun kardeşim yok ve seninde..bu duyguyu bilmiyoruz ama eminim sana hissettiklerim gibi bir şeydir kardeşlik.. ve pişti dedi sonra öylesine elindeki maça dokuzluyla..

Yeşim bunları söylerken sesi fazlasıyla titremeye başlamıştı ve gözleri çoktan taşmış yutkunamazken Sinem birden sıkıca kendine çekti Yeşim’i sarıldı ikisi de ağlıyorlardı artık..Yeşim hıçkırarak Sinem sessizce..ve üzüntüyle..Evden ayrılacağını söylememeye karar vererek..
Yarın bende geleceğim seninle dedi burnunu çekerken..Yeşim teşekkür ederim dedi yorgun bir gülümseme ile.
Benim için çok zor olacak diye ekledi..

Ankara il sınırı tabelasını gördüğünde hissettikleri zorun ötesindeydi, korku acı ve uğultu tam ortasından başlayarak tüm bedenine yayılıyordu.
Buluştukları kavşaktan geçerken bu defa bakışları pişti olmuştu.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bir kaç günün kırıntıları

Fonda bu müzik, pencerenden ufkun ötesine bakarken, ağlamıyorsundur, gözüne bir şey kaçmıştır..hepsi o kadar..



silva pasi..naci en alamo

Bazı anların tarifini yapamazsın, ağırlığından kıpırdatamadığın bacaklarının ağrısı gibidir. En az herkes kadar istersin çekip gitmeyi, en az herkes kadar gidemezsin, bu istek ahmakça bir hayal bulutudur göz kapaklarını ağırlaştıran.
Son olan, biten her şeyin bir müziği vardır, çıplak ayakla yürütür seni. O an tek hissettiğin ayağına batan taşlardır. Papatyalardan bir taç takarlar başına, prenses gibi hissedersin kendini hele ki daha önce hiç tacın olmadıysa..yıldız gözlü bahar yanaklı çocukları o çürümüş kader kokan yerden alıp uzaklaşmak istersin renkli uçan balonlar içinde..balonun iplerini bırakmazlar çekerler aşağı gerisin geriye..
Diktiğin çam fidanlarını getirisin gözünün önüne, her birinin ayrı bir ismi olduğunu, ve sonra toprak kaçmış tırnaklarını, kendi fidanının üzerine uğur böceğinin konmasını sevinçle karşılarsın..sanmakla olmak arsındaki farkın arasına sıkışmış bir günü yırtarsın, parçalarını çöpe atamazsın biri okur diye,yakamazsın kokusu duyulur diye, çiğneyip yutarsın o günün parçalarını..
Anlamsız fırça darbeleri gibidir, son birkaç günün kırıntıları üzerine yazdıkların..
Bunlar gibi..

26 Nisan 2010 Pazartesi

Buluşmuştuk Bir Kavşakta XIII

Dibe vurduğunda tek bir el yukarı çekebilir seni, kendi elin..ne kadar güçlüysen o kadar çabuk çıkarsın yüzeye..

Bir birlerine sarılmış hiçbir şey konuşmadan sadece ağlayarak dakikalar geçmişti, Semih’in tek baktığı yer ikisinin de ayaklarının ucuydu, Yeşim ise sanki dün bugün ve yarınlar için toplu göz yaşı döküyordu, haftalardır kendini sıkmıştı ve son nokta Semih’in üzgün kırgın yıpranmış bakışları olmuştu.

Göz yaşları akmaz olduğunda ‘çok üzgünüm, kırdım seni, özür dilesem bir anlamı olur mu?’ dedi usulca, o an Semih başını yerden kaldırıp Şişmiş ve kan çanağına dönmüş gözleriyle Yeşim’e baktı ve sanki bir daha bırakmamacasına sıkı sıkı sarıldı kokladı..Yeşim eve gidelim yeterince üşüdün sana kahve yapayım, biraz konuşuruz dedi ve elinden tutarak eve doğru götürdü, Semih’in itiraz edecek hali yoktu, bir anda böylesine yoğun şekilde sevmişti Yeşim’i kendiside anlam veremiyordu ne olduğunu şaşırmıştı, gece gündüz hatta uykusunda bile Yeşim’i düşünür olmuştu. Onun durgun düşünceli halini sevmişti ve en çok da içindeki yaralı çocuğu, ona karşı bir sorumluluk hissediyordu onu sevmek korumak sahiplenmek, sadece birkaç defa duyumsayabildiği saçlarının kokusuyla uyuyabilmek..

Eve girdiklerinde ikisi de bitkindi Yeşim’in odasındaki soba durulmuş sakince ısıtmıştı odayı, Yeşim lucky alıp Semih’n kucağına uzattı ‘yeni ev arkadaşımız’ diye gülümseyerek. Kahveleri hazırlarken Yeşim, Semih lucky ile oynuyordu, aralarındaki sessizlik rahatsızlık vericiydi. Sanki her ikisinin de boğazına düğümlenmişti milyonlarca kelime, ne ileri ne geri hareket edemiyorlardı.

Semih programa yetişmem gerek deyip evden ayrılmadan önce, Yeşim ona hala başkasını sevdiğinden çok acı çektiğinden her şeyi silip hayatını yeni baştan kurmanın kolay olmadığından bahsetmiş ve onu tanıdığı ve hayatında olduğu için çok şanslı olduğunu ama bu şartlarda onun sevgisini hak etmediğini söylemişti. Onun için değerli olduğunu hatta daha fazlasını hissettiğini ama karşılıklı sorumluluk hissedebilecekleri bir birlikteliğe hazır olmadığını da eklemişti sonuna..hepsi böyle durumlarda söylenebilecek klasik cümlelerdi ama daha farklısı olamazdı.Tüm bunları söylerken Yeşim’in kanı iyice çekilmiş hasta bir insan gibi başını kanapesinin yastığına dayamış uzanmıştı. Hemen karşısında sandalyede oturan Semih’e elinin altındaki ‘küçük prens’ kitabını uzatmış ve ‘bana biraz kitap okur musun’demişti. Semih yine itiraz etmeden o dokunaklı sesiyle okumaya başlamıştı. Yeşim gözlerini kapamış, Semih’in sesinde kayboluyordu, kapalı gözlerinin içinde halkalar spiraller uçuşuyordu siyah ve bordoydu her şey, aklından geçen herkes.

Semih okumayı bırakıp Yeşim’in saçlarını sevdi, benim için değişen bir şey yok, anlıyorum seni dedikten sonra alnından öptü, yanağına dokundu gözlerinin içine bakarken.. Yeşim ölüm döşeğindeki bir hasta kadar güçsüzdü, Semih ise çoktan ölmüştü o kapıdan çıkarken..

Sinem eve pür neşe kelebekler gibi uçuşarak girdiğinde az kalsın ayağına dolanan Lucky’i eziyordu. Buda nesi böyle dedi çığlık attıktan sonra. Yeşim’in odasına girdiğinde Yeşim hala kıpırdamadan yatıyordu gözlerini duvardaki bir çatlağa sabitlemişti. Sinem ne oldu hasta mısın dedi dedi, Yeşim bu soruya cevap vermeden lucky yeni ev arkadaşımız dedi, çok aramış bizi diye ekledi yapay bir gülümsemeyle.


Sinem hafif bir omuz silkti benim için sakıncası yok bu yavru köpek yerine bir fil bile gelmiş olsaydı fark etmezdi dedi şen bir kahkahayla. Dünya umurunda değil gibiydi, Yeşim yattığı yerden doğruldu soran gözlerle baktı. Sinem olabilecek en ciddi haliyle ‘aşık oldum’ dedi. ‘İLK defa’


O hafta içi ajansın saç defilesi gerçekleşti, Mualla artık işe gelmiyordu ve Sinem onun yerini fazlasıyla kapatmıştı, bardaki işinden de ayrılmıştı Ufuk istemediği için, tüm gün ajansta beraberlerdi, Rock festivali için on gün sonrasına apar topar tarih ve yer ayarlanmıştı, grupların isimleri ise neredeyse netletmiş tarih onlara bildirilmişti. Dört kişilik bir ekiple firmalarla festivalin sponsorluğu için görüşme çalışmalarına başlamıştı Yeşim. En ünlü jean firmasını bağlamıştı Yeşim ve yanındaki Tuğrul’a bu iş böyle yapılır diye göz kırpmıştı. Tuğrul ikinci sınıf öğrencisiydi üç aydır ajansta çalışıyordu, uzun saçları ve üç tane küpesi vardı, rock festivali için sponsor bulmaya çalışırken tipi oldukça uygun kaçıyordu. Jean firmasından ayrılırken sağlam bir iş çıkarmışlardı ilk gün için gayet iyiydi aldıkları paraya göre firmanın ismi baya büyük puntolarla afişin altında yer alacağa benziyordu.


Üstüne üstlük Tuğrul ve Yeşim’e birer 501 hediye etmişlerdi, Yeşim’in en sevdiği modeldi keyifle ayrıldılar oradan hava her ne kadar soğuk olsa da güneşliydi, hadi kutlayalım bunu dedi Yeşim adalardaki kafelerden birine oturdular ve iki çay istediler yanında da kaşarlı tost. Henüz öğlen olmamıştı. TUĞRUL Sürekli bir şeylerden bahsediyordu şimdide en sevdiği grubun Led Zeppelin olduğundan..çaylar ve tostlar gelmiş Tuğrul sigarasının son nefesini çekip üflemişti, Hiç bu kadar kötü kokan bir sigaraya rastlamadığını düşünürken Yeşim ,Tuğrul’un montunun cebindeki sigara paketini gördü ucundan, samsun yazıyordu.

Buradan sonra Vişnelik’e gideceğiz dedim. müzik aletleri satan büyük bir firmayla görüştüm bekliyorlar bizi orayı da bağladık mı bugünlük tamamdır dedim gülerek, o an karşımdaki Tuğrul’un omzunun üzerinden bir arka masaya ilişti gözüm duyduğum ses yanıltmamıştı beni. Eğilip baktığımda onun Semih olduğunu anladım arkası bize dönüktü karşısında bir kız arkadaşı vardı kahve içiyorlardı. Kız gülüyor şakalaşıyordu Semihle..Her şey uçuşmuştu kafamdan sadece Semih’in sesine kızın gülüşüne odaklanmıştım. Tuğrul saniyeler önce reenkarnasyondan bahsediyordu kendisinin bir Kızılderili olabileceğinden, girdiği bir seanstan bu sonucu çıkardığından..


Yeşim ise kendini kötü hissediyordu sanki aldatılmış bir kenara itilmiş gibi. Oysa böyle hissetmeye hakkı olmadığını da biliyordu. En kötüsü de buydu zaten.Onca söylediği şeyden sonra ne kırılmaya ne hesap sormaya hakkı vardı. Kalkalım dedi Tuğrul’a, Semih’in masasına yaklaşıp selam verdi samimi bir gülümseme ile, böyle anlarda ne kadar iyi oyuncu olduğunu düşünürdü Yeşim, hiç renk vermezdi. İnci dedi, Semih, okuldan arkadaşım, kız bütün sevimliliğiyle selam verdi Tuğrul ve Yeşim’e. Semih’in gözleri hala yorgun bakışları kaçamaktı. Yeşim tanışma faslından sonra aceleleri olduğunu söyledi ve kendinden emin hiç oralı değilmiş gibi döndü arkasını ve yürüdü. Tuğrul konuşuyor Yeşim dinliyormuş gibi kafa sallıyordu. Her şey bu kadar basit işte diye düşünüyordu..aşk dediğin laftır!

Festivale iki gün kalmış tahminlerinden çok fazla sponsorları olmuştu, Yeşim başarısının mutluluğunu yaşıyordu içten içe.. afişler çoktan asılmıştı her şey tamam gibiydi, biletler basılmış, satılmış yerel tv lerle görüşülmüştü. Gruplardan bir kaçı iki gün önceden gelmek istemişti, oysa otelle anlaşmamız bir gece idi. Ufuk bir geceliğine gruplardan birini Yeşim ile Sinem’in evinde ağırlayabileceklerini düşünmüştü ama onlara sormadan..Emrivakiden hiç hoşlanmazdı Yeşim ve canı sıkılmıştı bu duruma. Sinem ise ne var bunda bir geceden bir şey olmaz kocaman ev diyordu. Bursa’dan gelen Darkspirit grubuna Capella diskoda özel bir konser ayarlamıştı Ufuk ve kafasından kalacak bir yer. O gece Darkspirit’in konseri harika geçti, bu festivalinde öyle geçeçeği sinyallerini veriyordu. Elektro gitarcılarına Mahoni diyorlardı, çalarken kendinden öylesine geçiyordu ki..Yeşim nasıl bir trans hali olduğuna şaşırıyordu, gecenin ilerleyen saatlerinde bu transın nedeninin esrar olduğunu anlayacaklardı. Grup üyelerini sahnede şöyle bir gözden geçirdi Yeşim, bir gecelikte olsa misafirleri onlar olacaktı. Beş adet hiç tanımadıkları erkek rocker.

Konser bitiminde Ufuk Sinem’den evin anahtarını almış ve Grup liderleri Paşa’ya vermişti binecekleri iki taksi onları doğruca Yeşimlerin eve götürecekti. Yeşimin biraz daha işi vardı ve misafirlerin onlardan önce ve kendi izni olmadan eve gittiğini sonra öğrendiğinde oldukça sinirlenmişti. Ufuk’un halletmesi gereken durumlar vardı ve onlarla eve gelmeyecekti, konukları ağırlamak Sinem ve Yeşim’e düşmüştü. Yeşim hızlı adımlarla eve doğru yürürken bir yandan Sinem’e söyleniyordu anahtarı ona sormadan verdiği için, Sinem ise büyütme bu kadar hem bu senin işin senin misafirlerin diyordu. Sokağın başına geldiğinde apartmandan bağırmalar kahkahalar yükseliyordu aynı anda Sinem ve Yeşim bir birlerine baktılar gürültü onların balkonundan geliyordu ve müzik sesi, ev sahipleri az sonra kapıya dayanabilirdi bir telaş eve koştular.

Eve girdiklerindeki manzara şok ediciydi onlar için. Evin hemen ortadaki kocaman girişi davullar hoparlörler ve bilumum müzik aletleriyle dolmuştu berbat bir koku vardı evde, bir kaçı postallarını çıkartmıştı koku oradan kaynaklıydı en çok, diğerleri gayet rahat evin içinde dolaşıyordu ayakkabılarıyla, Yeşim odasına girdiğinde Paşayı ve kız arkadaşını kendi yatağında uzanırken gördü oda gök dumandı mahoni ve solistleri kanepede oturuyordu . Mahoninin gözleri neredeyse kapalıydı ve sallanıyordu, dehşet içinde hoş geldiniz dedi Yeşim. Paşanın kız arkadaşının ayaklarında kendi çoraplarını gördü Yeşim inanılmazdı çekmeceleri karışmış çoraplar giyilmiş yatağa uzanılmıştı, Sinem koridordan sesleniyordu Yeşim hızla oraya yöneldi, Sinemin yüzünde tuhaf bir gülüş ve sinirli bir hal vardı.

Odama git bak dedi Sinem’in arka tarafa bakan odansın kapısını açtığında grubun en yakışıklısı bas gitaristleri yatakta bir kızla beraberdi onları gördüler ama oralı olmadılar kapıyı hemen çekip kapattı Yeşim. Lucky elden ele geziyordu resmen vıcığı çıkmıştı, eve pizza söylemişlerdi herkesin keyfi yerindeydi. Yeşim şimdi çıldıracağım diye düşünürken odadan Mahoni fırladı ani hareketle bağırarak dış kapıyı açtı çoraplarıyla aşağı doğru koşmaya başladı, delirmiş olmalıydı. Sinem ve grubun solisti peşinden koştular. Kapının ağzında kalakalan Yeşim sinirden gülmeye başlamıştı. Bu gece uzun olacaktı.

22 Nisan 2010 Perşembe

Söyle Yağmur Söyle

Yurt genelinde yağmurlar hakim ya..
yağmur hüzünle bağdaştırılır çoğu zaman..benim için ise huzur demek..kapkara bulutlar ve gök gürültüsü tuhaf bir haz veriyor..sonrasında sakinlik ruhumda..
Şimşek çakar aydınlanır gece muhteşem görünür ne varsa..içimden 8 e kadar sayarım gümbür gümbür sesi gelir aydınlığın..gök delinir..yıkanır ne varsa..mis gibi kokar sonra..
Yağmur ile ilgili o kadar çok şarkı var ki bazılarını dinledim, en çok nilüfer'in yağmurunu severim..

Yıldızsız, ıssız gece;Yalnızız caddelerdeBir yağmur bir de ben.Uykularda kumrular,Bir ipek mendil gibiIslandı sessizce.
Yağmurda ellerim,Üşüyor yüreğim.Bu kara bulutlarKan kardeşi gözlerimin.
Sebebim sen, sensin.

bu şarkıyı eklemek için bulamadım malesef..


bir gün ayrıca sırf yağmur şarkıları başlığıyla en güzel ve bilindik olanları paylaşabilirim..
ama bugün en çok bunu beğendim..Ahmet Kaya..söyle yağmur söyle



söyle yağmur söyle, ne istersen onu söyle..

20 Nisan 2010 Salı

Bir şey olsun, güzel bir şey.. (ruh hali 7)

Ezik çürük bir kaç yeri var ama bugun parlak ve kırmızı yanını görüyorum ruhumdaki elmanın :)
Arabaya atlayıp dağ bayır sürmek istiyorum, yol kenarlarındaki çeşmeleden su içmek, gelincikler çıkmamıştır daha degil mi? tarlalar yeşildir ama..rüzgarın yüzümü yıkamasını, saçlarıma bahar dallarının takılmasını istiyorum. Sonra şairin bahsettiği erken açılıp yanılan badem çiçeklerine yine yeniden üzülmek..
Yol üzerinde bir şehirde durup yaşlı insanların ellerini öpmek içlerinden birine annem diye sarılmak istiyorum.

Heyhat! yine istediklerimi değil yapmak zorunda olduklarımı yapacağım..yine rüzgar vuracak arabanın camından yüzüme, küçük bakkalların olduğu bir yoldan geçeçeğim, bisikletli çocuklar,alış verişten dönen kadınlar, belki yola fırlayan bir top göreceğim..elim radyoya uzanacak, otuz hız sınırıyla girmem gereken alt geçite en az iki kat hızlı gireceğim yine, sonra hoşuma giden bir şarkı dinleyemeden varacağım gideceğim yere..

Bari güzel sürpriz bir şey olsun bugün..elime uğur böceği konsun mesela, yada yol kenarında kocaman bir kaplumbağa göreyim veya bir avuç yıkanmış çilek uzatsın biri bana :) olsun işte bir şey gülümsetsin beni..

19 Nisan 2010 Pazartesi

Buluşmuştuk Bir Kavşakta XII

Aşk, bir omuz mesafesindeyken kapıyı çalmakla uğraşmaz, tek bir bakışla sendeletir..

Toplanacakları balık restoranına geldiklerinde Neslihan’ın buradayız işaretiyle masalarına doğru gittiler. Yedi kişi vardı masada üçünün çift olduğu anlaşılıyordu tek olan kişiyse Ufuk’tu, Neslihan tek tek tanıştırdı herkesle Yeşim ve Yeşim’in arkadaşı Sinem diyerek..Ufukla da tokalaşıp selamlaştılar. Siparişler çoktan verilmişti, Sinem’in balık sevmediğini sadece ben biliyordum, rakı kokusundan hoşlanmadığımı da o biliyordu. Çocuk gibi mız mızlanacak halimiz yoktu, Sinem balığını yiyiyormuş gibi yapıp didiklerken bende o kesif rakı kokusuyla diken diken olan tüylerimi ve ruhumu yatıştırmaya çalışıyordum epeydir bu kokuyu duymamıştım allak bullak olmuştum, yinede her duygumu bastırmayı bildiğim gibi bunu da bastırmayı başarıyordum, herkesin keyfi yerindeydi en çok da Neslihan’ların. Sinem ile gündüz gelecek bebek için ufak bir hediye almıştık kaşla göz arasında onu çıkartıp verdik, Neslihan iyice keyiflenmişti, sadece ikimiz kola içiyorduk, masada yaşı diğerlerine göre ufak olan sadece Sinem ile ben vardık, hepsi belli iş güç sahibi olmuş kişilerdi.

Ufuk artık beraber çalışacağımızı söyledi masada Neslihan bu habere çok sevindiğini söyledi, bir süre ajansın projelerinden bahsedildi, balıklar bitti içkiler sürekli tazeleniyordu fonda ufak ufak ud taksimi duyuluyordu, içten içe gülüyordum Sinem’e baktıkça onun için bu ağır ortam işkence gibi olmalıydı ama umduğumdan sakin ve huzurluydu, karşılıklı oturduğu Ufukla sohbet etmeye başlamışlardı hatta arada şen kahkahalar atıyordu, Neslihan hayırdır diye kaş göz işareti yaptı çaktırmadan Sinem ile Ufuk’a bakarak bilmem diyerek gülümsedim, Bir süre sonra doğacak bebeğin şerefine kadeh kaldırdık ve tabi Neslihan’ın..Rakı kokusu ve ud taksimiyle içmeden sarhoş olmak üzereydim, esasında bir an önce oradan çıkmayı istiyordum, Sinem’in sıkılacağını düşünürken kendim feci halde bunalmıştım.

Henüz Ufukla iki kelime bile edememiştik Sinem ile keyif içinde sohbet ediyorlardı, yanımda oturan öğretmen olduğunu öğrendiğim kadın ise hayli sıkıcıydı..Neyse ki kalkmaya karar verildi saat dokuz buçuğa geliyordu içten içe sevindim eve gidip Semih’in programına yetişebilecektim. Hadi HAN’da devam ediyoruz geceye dedi Neslihan’ın eşi, biz gidelim artık bu kadar yeter bakışı attım Neslihan’a ve aynı anda Sinem’e, Sinem gözlerini kocaman ayırdı hayır diye bas bas bağrıyordu resmen Neslihan’da olur mu öyle şey yeğenini üzecek misin dedi karnını göstererek. On beş dakika sonra Han’daydık. Sinem yolda kulağıma kıkırdayarak bu ne hoş adam böyle ortağın patronun her ne ise bu demek diyordu. Evet dedim bahsetmiştim ya eski arkadaşım Ufuk bu. Bahsettin ama bu kadar hoş, bu kadar harika olduğunu söylememiştin dedi.

Ufuk gerçekten çok hoş bir adamdı otuz yaşlarında oturmasını kalkmasını bilen biraz ukala, çokça kendinden emin biriydi ve duyduğuma göre hayli çapkın, hala bekardı ve müzmin bekar olarak kalacak tiplerdendi. İnce uzun boylu kumral saçları hafif yanlardan ve tepeden seyrelmişti, kahverengi kadife spor bir ceket lacivert bir gömlek ve kot pantolon vardı üzerinde ve ağır ama çekici bir parfüm kokusu yayıyordu çevresine.


İsmi Han olan diskoya geldiğimizde herkesin keyfi yerindeydi ve sanki geceye sıfırdan başlanıyordu. Hareketli parçalara tempo tutmaya başlamıştık bile, Ufuk Sinem’e espriler yapıp kahkaha atmasına neden oluyordu, birde bana dönüp bu kadar güzel bir arkadaşın olduğundan bahsetmemiştin diye bayat espriler yapıyordu. Şaşırıp kalmıştım, nedense pek fazla hoşuma gitmemişti bu yakınlaşmaları, Ufuk’un namı belliydi ve beraber ciddi bir iş yaşantım olacaktı, diğeri ise ev arkadaşımdı, en fazla birkaç günlük bir macera olmasını asla istemezdim, ama ok yaydan çıkmıştı bir kere, aralarında her ne yaşanıyorsa bu süratle oluyordu kafamı çevirdiğimde dans pistindeydiler, biz elimizdeki kırmızı şarap kadehlerini havaya kaldırmış, red red wine diye şarkıya eşlik edip sağa sola sallanırken onlar pistin tozunu alıyordu özellikle de Sinem..


ub40 red red wine

Ufuk’un ellerlinden tutmuş iki sağa iki sola dans ediyordu Ufuk’ta onu kendi etrafında çevirip sonra omzuna doğru yatırıyordu. Neslihan’ın öğretmen olan arkadaşı kulağıma doğru eğilip daha önce tanışıyorlar mıydı diye sorduğunda canım boğazıma gelmişti hayır bu gece tanıştılar ne kadar hoş bir çift oldular öyle değil mi diye cevap verdim tatlı tatlı gülümseyerek içten içe bir ben biliyordum dişlerimi sıktığımı.


İçkiden içmekten hoşlanmadığım halde kadehi dudaklarıma değdirip çekiyordum, müzikler oldukça keyiflendirmişti beni de. Ne Semih gelmişti aklıma nede O. En son saate baktığımda gece yarısı olmak üzereydi.
Ufuk bizi eve bırakırken sabah dokuzda iş yerinde görüşürüz dedi bana ve ardında Sinem’e seninle de akşam yediden sonra dedi karşılıklı gülüştüler. Eve girdiğimizde Sinem bulutların üzerindeydi hala, neler oluyor, bu ne hal hem sen yarın akşam çalışıyorsun hem Ufuk’un nasıl biri olduğunu bilmiyorsun, hem..hem..hem..diye sıralıyordum Sinem duymuyordu şaraptan çok aşk sarhoşuydu. Kendimi evde kalmış kız kurusu bir abla gibi hissetmiştim o an, kardeşinin iyiliğini düşünen ama duygularından anlamayan.

Başım çatlayacak gibiydi, ilk defa o gece radyoyu açmadan uyudum ve telefonuma Semih’ten gelen bir dolu mesajı görmeden..
İşteki ilk günüme baş ağrısı ve şişmiş gözlerle başladım. Ufuk gayet formundaydı, alışık olmalıydı böyle gecelere..ufak bir toplantı yapıp güne başladık, o rock gruplarıyla irtibata geçmeye başlamıştı ve üniversiteyle görüşüp olası bir festival için amfi tiyatronun sözünü almıştı. Geriye tarihi belirleyip sponsorları bulmak ve afişleri basmak kalıyordu. Hafta sonu olacak defile için harıl harıl çalışılıyordu ve mağaza ile artık ben muhataptım. Koridorda Mualla ile karşılaştığımda Günaydın demeden yanımdan geçmesi kızdırmıştı beni, bir ara Ufuk’a sorduğumda bu kızda tuhaf bir şey var derdi ne diye, o da birkaç kez dışarıda görüştük hepsi bu kendince hayaller peşinde olmalı dedi omuz silkerek seni kıskanmıştır dedi sonra gülerek. Yanlış kişiyi kıskandığından habersiz zavallı dedim bende aynı şekilde gülerek. Ondan hoşlanmasam da içten içe üzülmüştüm onun adına ve Ufuk’un bu umursuz davranışına da sinirlenmiştim, işte tamda dün gece Sinem’e bunu anlatmaya çalışıyordum ..AMA, nerde.

O gecenin üzerinden tam beş gün geçmişti, Ertesi gün Semih tüm kırgınlığını ve kızgınlığını aksettirmişti Yeşim’e, Yeşim ise suyu dikine akıtıp ona hesap verecek bir durumu olmadığını arkadaşlarıyla olduğunu ve canı ne zaman isterse o zaman eve gideceğini söylemişti. Yeşim bu kadar vurdum duymaz ve küstah biri asla değildi ama galiba içindeki acıyı birinden çıkartmak istiyordu. O biri ise her zaman etrafımızda bize en çok değer veren kişi oluyordu. Ne yaparsan yap nazını çekeceğini bildiğin, kalbini çabuk onarabileceğinden emin olduğun kaybetmekten korkmadığın, yada korkmadığını zannettiğin..Semih’te Yeşim için aynen böyle biri olmuştu. Onu seviyordu ama sanırım Semih onu sevdiği için seviyordu. Semih’in kendisine olan aşkını seviyordu bir anlamda. Semihin aşkı yoksa çabası yoksa Yeşim’de yoktu. Beş gün boyunca görüşmemişlerdi, Yeşim sadece hala Semih’in onu aramamasına şaşırıyordu ama biliyordu ki arayacak. Ne kadar gaddar olduğunu fark etmiyordu, çünkü onun içinde yanan dev bir orman vardı.

Bu süre içinde Sinem ve Ufuk mümkün mertebe görüştüler, Ufuk geceleri Sinem’in çalıştığı yere gidiyordu, Sinem’de öğleden sonraları ajansa uğruyordu.
Cumartesi sabah erkenden Büyük Otel’in toplantı salonundaydık. Öğlen mağazanın defilesi vardı, salon defileye uygun hazırlanmış son hazırlıkları gözden geçiriyorduk, Sinem’de gelmişti benimle.

Mankenler son provalarını yapıyordu, bizde Sinem ile programda giyeceğimiz kıyafetlerimizi almış giyinecek bir yer arıyorduk, Mualla benden vaz geçmiş tüm hafta boyunca Sinem’i göz hapsine almıştı ve ondan hoşlanmadığı ap açıktı. Defilenin baş mankeniydi belki boyu bu iş için kısaydı ama gerçekten çok güzel bir kızdı. Podyuma o kadar hakimdi ki burası benim diye bağrıyordu adımları adeta yürürken. Biz bayanlar tuvaletinde üzerimizi değiştirmeye giderken Mualla salondan çıkmış hızlı hızlı o bir karışlık topuklu ayakkabılarıyla yürüyordu ve yerler henüz silinmişti, gözlerim topuklarına takılmıştı ki Muallanın kayıp düşmesi bir oldu.Bir çığlık bir gümleme hepsi 2 saniye içinde.

Ayak bileğini burkmuştu canı çok yanıyordu her halinden belliydi, Sinem ile bana bırakın beni dokunmayın diye bağırıyor bir yandan ağlıyordu, defileye bir saat kalmıştı ve esas kızımız sakatlanıp devre dışı kalmıştı. Ufuk burnundan soluyordu, Muallayı kucaklayıp yanına birini katarak taksiye bindirip hastaneye gönderdi. Aksiliğin böylesi yapacağını yaptı işte diye köpürüyordu Ufuk. O arada üzerimizi giyindik Sinem ile, Sinem oh olsun işte öyle ters ters bakanın sonu böyle olur diye söyleniyordu, ben ise defileyi düşünüyordum her şey at üst olmuştu şimdi Muallanın yerine kim taşıyacaktı kıyafetleri tüm koreografi bozulmuştu. Aynanın karşısında kendime baktım, lacivert kadife diz üstü elbisem, lacivert beyaz ayakkabılarım ve topuz yapılmış saçlarımla pek bir şık, güzel ve hanımefendi görünüyordum, Sinem’ide ilk defa bu tarz görüyordum krem rengi bir pantolon kırmızı ışıltılı bir bluz ile çok şıktı, pembe beyaz yüzüne kırmızı ruj çok yakışmıştı..O an bir şimşek çaktı kafamda ve Sinem defileye sen çıkacaksın dedim. Nede olsa az çok alışıktı böyle şeylere foto modellik yapmıştı ve başka da çaremiz yoktu. Sinem ne olduğunu anlamadan Kulis olarak kullandığımız odada Ufuk’un karşısında buldu kendisini. Ufuk’unda itiraz edecek hali yoktu, hemen Hakan’a her işi bırakıp Sinem’i son yarım saatte çalıştırmasını söyledi.

Davetliler gelmiş salon tahminimizden kalabalıktı, herkesi kapıda karşılayıp kendimi tanıtıyordum Ufuk kendinden emin ama biraz panik içindeydi bende ona merak etme başaracağız bakışları atıyordum yandan yandan gülümserken.
Sinem işi tahmin ettiğim gibi başarmıştı, bazı ufak tefek aksaklıklar olmuştu ama bunu bizim dışımızda kimsenin fark ettiğini sanmıyordum. Mağaza sahibi işten memnun kalmıştı normal ödemelerin dışında bir de mağazalarından yüklüce alış veriş çeki vermişti bize. Sinem mutluydu, Ufuk ona hayatımızı kurtardın diye sarıldığında ayaklarımın zonkladığını duyumsuyordum.
El ayak çekilmiş ayakkabılarımı çıkarıp atmıştım bir kenara kostümler toplanıyordu, bunu kutlamalıyız dedi Ufuk hayır bana bakmayın dedim size iyi eğlenceler zavallı ayaklarımı dinlendirip sıcacık bir neskafe içmek en büyük hayalim şu anda dedim. Mualla’yı düşündüm, bileğinde ufak bir çatlak olduğunu öğrenmiştik, üzülmüştüm ama ilahi adalet diye de içimden geçirmiştim.

Pazartesiden itibaren çok yoğun olacaktım ekibimle birlikte büyük beyaz eşya, jean ve diğer isim yapmış firmalarla görüşecektik ve yerel radyo televizyonlarla..
Eve taksiyle gitmiştim adım atacak halim kalmamıştı yüksek topuklara alışkın olmadığımdan dolayı belden aşağım felaket ağrıyordu, kapının önündeki arabamı gördüm niyeyse onu hiç kullanmıyordum çoğunlukla gerek olmuyordu artık onu sadece para olarak görüyordum bu gidişle yakında satmamı gerekebilirdi. Taksiciye iyi günler dilerken yavru bir köpeğin ağlarcasına ses çıkardığını duydum arkamı döndüğümde apartmanın kapısının oradaki çiçekliğin dibinde tatlı bir yavru duruyordu, üşümüş ve muhtemelen açtı. Annesine bakındım etrafta köpek yoktu kucağıma aldım onu orada bırakamazdım paltomun içine sarıp yukarıya çıktım, öyle tatlıydı ki pembe pembeydi patileri en fazla iki aylık olmalıydı. İçeri girip ayakkabılarımı fılattığımda bir oh çektim aynı anda midemden başlayıp karnıma doğru inen bir sıcaklık ne olduğunu anlamam sadece sadece birkaç saniyemi almıştı, minik yavru sıcağı görünce bir güzel çişini yapmıştı kucağımda, lacivert elbisem bir anda tarih olmuştu güleyim mi ağlayayım mı bilememiştim, evin girişindeki kocaman antreye bırakmıştım ufaklığı, üzerimi değiştirirken ona isim düşünüyordum, hemen sahiplenmiştim onu her zaman yaptığım gibi..
Lucky olacaktı ismi, nede olsa şanslıydı.

Hemen süt ılıtıp içirdim içine ekmekte doğradım nasılda acıkmıştı, benim şanslı lucky’im diye seviyordum onu, bir hazine bulmuş kadar mutluydum.
Çişe alıştırana kadar günler geçeceğini ve bizi perişan edeceğini tahmin etmemiştim.
Artık bir minik yavrumuz vardı Sinem’e söylemek için sabırsızlanıyordu. Akşam olmuş ve lucky ile ilgilenmekten ne ayaklarını uzatabilmiş ne de neskafesini içebilmişti Yeşim
..
Lucky kullanmadığım birkaç giyisiyle hazırladığım yuvasında mışıl mışıl uyurken, kahve içmenin tam zamanı diye düşündüm birkaç dakika sonra elimde fincanım dışarısını izlemeye başladım. Parkın ışıkları yanmıştı tek tük gelip geçenler ve suyu olmayan havuz ilişti önce gözüme ve tam karşımdaki bankta oturan siyah montlu kovboy çizmeli biri. Bu soğukta elinde bira olduğunu düşündüğüm bir içeçekle bu Semih’in ta kendisiydi. Başını öne eğmiş ayaklarının arasındaki yere bakıyordu, o beni görmemişti.

İçimi korkunç bir üzüntü kapladı onu orada öylece görünce, beni aramamıştı ama bana yakın olmak için parkın bankında öylece soğukta oturuyordu kim bilir kaç dakikadır.Hemen telefona sarıldım ve ardım ancak ulaşılamıyor diyordu, telefonunu kapatmış olmalıydı, üzerime montumu giyip eşofmanlarımla yarım yamalak yanına koştum, başını yerden kaldırdığında göz göze geldik. Ve benim göz yaşlarım onunkinden önce yere düşmeye başladı..

16 Nisan 2010 Cuma

bULUŞMUŞTUK bİR kAVŞAKTA XI

Hayata gelişine vurursun, sürpriz bir golle büyük bir sevinç yaşayabilirsin..

Rehavetten kurtulup bir şeyler yapma vakti gelmişti ve sabırsızlanıyordu Yeşim, o sabah Sinem uyurken evden çıktı. Daha önce kısa bir süre reklam departmanında çalıştığı arkadaşı Ufuk’un reklam ajansına gitti. Ufuk görüşmek için Yeşim’in iyileşmesini bekliyordu kafasında tasarladığı bir iş vardı ve o işte Yeşimle ortak olmak istiyordu.
Ufuk'un odasına çay ve sıcacık simitler geldiğinde ‘epey zaman oldu görüşmeyeli ama hiç değişmemişsin, aynı çocuk yüzlü şirinesin’diyordu Yeşim’e. Sende aynısın yine seri konuşan ve dinamik dedi Yeşim gülümseyerek. Bıraktığımdan beri baya değişmiş burası iyi çekip çevirmişsin diye ekledi. Kolay olmadı çok çalışıyoruz, iyi bir ekibim var ve isim yaptık artık her şey daha kolay şimdi, şirketi ilk kurduğum zamanki sıkıntıları biliyorsun ne günlerdi dedi başını sallayıp çayından bir yudum daha alırken.


Bu aralar klasik olarak radyo ve televizyonlara aldığımız reklamlar dışında iki proje var biri Çetintaş Mağazasının defilesi diğeride bir saç defilesi, hazırlıklara başladık önümüzdeki hafta olacak her ikisi de o yüzden çok yoğunuz bu ara, aslında zamanlaman müthiş bana sen lazımsın..yaratıcı zekan, iş ortamında olumlu ve pratik yaklaşımların her zaman etkilemiştir beni.
Bilmem dedi Yeşim tebessüm ederek bir süredir epey sakin bir iş yaşamım oldu söylemiştim ya Ankara'da pasaj içinde ufak bir sahaf dükkanım vardı esasında hala var ama öylece bekliyor orada..Kitapları her zaman sevdim, kokularını, hikayelerini daha çok da onları okuyanların hikayelerini..ikinci el kitapların o özelliği vardır, tek bir hikaye içermez onu okuyanların parmak izleriyle zenginleşir, değişik evler, çantalar belki yastık altları görmüştür bendeki kitaplar, daha da ağırlaşıp birikip gelirler..Belli müşterilerim vardı ahbap olmuştuk anlayacağın keyifliydi ama bir anda hepsini yüz üstü bıraktım..Şimdi buradayım dedi yalancı bir gülümsemeyle. Ama bir ara hepsini getireceğim buraya, orada bırakmaya niyetim yok. Ama hangi ara olacak bilmiyorum.
Ufuk dikkatle dinlemişti eşelemeden..Peki benimle çalışmaya ne diyorsun dedi hemen ardından..Aslında fazla düşünecek durumda değilim, üzerimdeki pası silkeleyebilirsem keyifli olacağını düşünüyorum.


O halde bir teklifim var, Burada 1. rock festivalini gerçekleştirmeyi düşünüyorum, potansiyel var biliyorsun hem ajans için sonradan iyi geri dönüşümü olacak. Eğer başarıyla halledebilirsek her sene tekrarlayıp geleneksel hale getirmek istiyorum. Reklam ajansı kendi reklamını daha güzel nasıl yapabilir değil mi dedi gülümseyerek. Gerçi artık reklama ihtiyacımız yok bu iş sadece şanımızı yürütecek.
Rock gruplarını ben ayarlayıp davet edeceğim senden istediğim sponsor bulmak afiş ve billboard kısımları yani işin reklam kısmı senin en iyi bildiğin tarafı özetle. Maddi getirisi de olacak elbette, bu işe maddi olarak da ortak olmanı istiyorum, şu sıralar nakite sıkışığız finansör olabilirsen harika olur.
Rock festivaliyle ilgili detayları konuştuktan sonra Yeşim’e fena bir fikir olarak görünmedi, tek risk elinde kalan son birikmiş parasını bu işe yatırması olacaktı, ama kabul etti, Eski dostu Ufukla el sıkıştılar ve ajanstaki çalışanlarla tanıştırıldı Yeşim, Reklam departmanı boş koltuk ve masa sahibini bulmuştu, bir süredir her şeyle Ufuk ilgilenmişti şimdi o da rahatlamıştı. Bildiği güvendiği inandığı biri geçmişti masanın başına. Yeşim masanın etrafını bir kez turladıktan sonra buraya çok ihtiyacım olmayacak daha çok dışarıda olacağım için ama yinede bakalım neler yapıyormuşunuz dedi gülümseyerek. Şu anda beş kişi var seninle çalışacak part time çalışan öğrenci hepsi, tanışır görüşürsün duruma göre sayıyı arttırırız şu defile işlerini bir aradan çıkartalım eş zamanlı olarak festival için şöyle bir nabız yoklamaya başlarsın büyük firmalarla ..Tüm bunları söylerken Ufuk, Yeşim birkaç saniyeliğine dalmıştı. İçindeki tuhaf hissi çözümlemeye çalışıyordu heyecanlı ve mutluydu sanki.


Ajanstaki odalardan birinden açılıp kapanan müziğin duyulduğu patırtıların olduğu sesler geliyordu, gel dedi Ufuk mağazanın defilesi için çalışıyorlar mankenlerimizi gör.
İçeri girdiğimizde 6 tane kız bir de onları çalıştıran boylu poslu yakışıklı best of’tan fırlamış biri vardı, sonradan gerçekten best of’a katıldığını ama derece alamadığını öğrenecekti Yeşim. Kızlar en fazla on sekiz yirmi yaşlarındaydı içlerinden biri hemen dikkatini çekti Yeşim’in, Diğerlerine göre boyu oldukça kısaydı hatta manken olamayacak kadar kısa bulmuştu Yeşim onu, birde kapıdan girdiklerinde Ufukla ikisine çok dikkatli bakmıştı. Kendinden emin havalı hatta kibirli tavırları dikkat çekiyordu, kumral ve hoş bir kızdı.Adı Muallaydı. Ufuk kısaca Yeşim’i tanıştırdı eski ve sevdiğim bir arkadaşım artık beraber çalışıyoruz diyerek. Uzaktan gülümseyerek merhabalaştılar, sadece Mualla gözleriyle selamlamıştı. Kızları çalıştıran her halinden manken olduğu belli olan Hakanla ise tokalaşmıştı Yeşim.

Öğlen olmuştu güneşliydi gün içim gibi, Sinem’i uyandırıp beraber çiğ börek yemek istediğimi söyledim ve geldiğinde ajanstaki görüşmemi anlatacağımı, Sinem keyifsiz ve uykulu şekilde geldiğinde görüşmesini ve gördüklerini detaylıca anlattı, Sinem zevkli görünüyor ama şu festival işi biraz yaş gibi dedi, Rockçılarda para olmaz haberin olsun .. rockçıların parası lazım değil ki bize sponsor olacak firmaların ki lazım dedim gülerek, bilet fiyatları cüzzi olacak öğrenci işi tabi ondanda para kazanacağız merak etme sen dedim.
O sırada Neslihan arıyordu, telefonu açmamla çığlık atmam bir oldu, Neslihan hamileydi, üç sene sonunda olmuştu işte, demek o günkü mide bulantıları ondandı. Böyle güzel bir güne böyle harika bir haber yakışırdı, Neslihan akşama ufak bir kutlama yemeği vereceklerini söyledi, Birkaç aile dostlarını çağıracaktı içlerinde Ufukta vardı ve Sinemle, ben..yer ve saati söyledikten sonra aceleyle kapattı Neslihan telefonu.


Sinem’de anlayamadığım bir sıkıntı vardı mutsuzdu Eskişehire geldiğine pişman mı olmuştu acaba diye düşünmeden edemiyordum, akşam ki yemeğe gelmek istemediğini söylediğinde üzülmüş daha çok kırılmıştım ve sonuna kadar ikna kabiliyetimi kullanmaya niyetliydim, Neslihan’ın onun üzerinde de hakkı olduğunu bu mutluluğu yıllardır beklediklerini ve dost olarak senide görüp aramasının ne kadar içten olduğunu söyledim, Hem bugün izin günün tam da denk geldi diyerek olayı cazipleştirdim. Sıkılırım ben şimdi dedi sonra ayrıca kutlarım hiç havamda değilim diyerek sürekli diretiyordu. Geleceksin o kadar diye direttim, kararlıydım ve istediğim oldu.

Semihle koskoca bir yarım gün konuşmamışlardı sebebi Semihte Öğlene kadar uyuyordu, hemen bu güzel haberleri vermek için aradı kısaca işe başladığını söyledi ve Neslihan’ın hamilelik haberini kutlamak için akşam yemekte olacaklarını, programı dinleyemeyeceksin ama dedi Semih çocuk gibi kapris yaparak, merak etme en geç on gibi gelmiş oluruz eve hemen açarım deyip gönlünü aldım telefonu kapatmadan önce. Fazla sevgi böyle çocuklaştırıyordu demek insanları, hep onunla olsun başkalarıyla bir paylaşımı olmasın istiyordu demek bazıları Semih gibi. Yeşim sezmişti bunu, oysa kendisi sevince bu tarz kısıtlayıcı şeyler yapmıyordu. Ve tüm buları sesli düşünmüştü.Konuşmalara ve Yeşim’in sesli düşüncelerine şahit olan Sinem, bu kısıtlamak değil ki, alt tarafı programı dinleyemeyeceksin dedi çocuk amma abarttın dedi, bu başka şeylerin habercisi olabilir, ben bu tarz baskıya gelemem canım sıkıldı birden, üstüme çok düşülmesini de sevmiyorum galiba dedim.

Saatler akşama doğru ilerliyordu bu defa ağır aksak, koca bir öğleden sonraya bir çok şey sığdırıp alış veriş yaptılar, ve birkaç saat sonra Sinem Ufuk’la hayatının ilk ve son aşkıyla tanışacağından habersizdi, gecenin tahminlerinden çok uzayacağını da bilmiyorlardı, bu yüzden Yeşim ile Semih’in belki de son olacak ilk tartışmalarını yaşayacaklarını da..

Akşam kızıllığı evlerinin camlarına düşerken aceleyle eve girdiler ve hazırlanıp aynı aceleyle çıktılar evden.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Buluşmuştuk Bir Kavşakta X

Sımsıcak bir kucaklaşmanın yerini hiçbir şey tutmaz..

Sinem o akşam biraz daha erken gitmişti işe, bardaki hazırlık aşamaları yeni yeni bitmiş, çalan müziğe ufak tefek eşlik ederken bir bira açtı kendisine, hem çok enerjik hem de dokunsan ağlayacak bir ruh hali içindeydi. Yorgun hissediyordu ruhunu, muhasebeyi özelliklede hayatının muhasebesini yapmayı hiç sevmezdi, hesapsızca yaşamıştı bunca zaman, sanki doğduğundan beri hiçbir yere hiç kimseye ait değildi birden ortaya çıkıvermişti, güçlü duruşunun altında hep bir yerlere birilerine bağlanma hissi vardı henüz karşısına ona dur diyebilen güven ve aitlik duygusunu verebilen biri çıkmamıştı, ilişkileri sınırsız eğlence üzerine kurulmuş romantizmin kıyısından köşesinden geçmişti ancak..pire için yorgan yakan türden olduğu için ise kısa sürmüştü beraberlikleri evliliği ise sadece bir yıl.

Buraya bu hayatına bağlanmak istiyordu ama içinde bir korku vardı ya birden yine sıkılır da buradan da gitmek isterse diye..
Yeşimle tanışalı henüz bir ay bile olmamasına rağmen onu seviyor ve her şeyini emanet edecek kadar güveniyordu her ne kadar ilk anda farklı gibi görünseler de benzer çok yanları yaşanmışlıkları vardı en çok da huzursuz iç dünyaları ve özgürlüklerine aynı oranda düşkün oluşları benziyordu.


Sinem duygularını içinden geldiği gibi yaşıyordu öfkesini asla bastırmaya çalışmazdı şen kahkahalarını ve sevincini de..
Yeşim ise daha kontrollüydü ağırbaşlı ve nazik bir görünüm hakimdi, saçının önündeki bir tutam mavi saç bu görünüme tezat olan tek şeydi.
Saat ilerlemiş hafta içi olduğu için kalabalık değildi birkaç masa doluydu ve bar taburesinde orta yaşı geçmiş geveze ve bilmiş hayli sinir bozucu bir adam oturmaktaydı, Sinem asla vazgeçmediği beyaz farı rimelle belirginleştirdiği uzun kirpikleri dudak parlatıcısı ve tepeden sıkıca bağladığı sarı saçları ve halka küpeleriyle mekana ciddi anlamda renk katmıştı, bu gece hemen bitsin ve eve gideyim diye bakıyordu Sinem ve en çok da Yeşimle Semih’in karşılaşmasını merak ediyordu...

Semih, sana çiçeğim demekle yanılmamışım dedi Yeşim’in gözlerinin içine bakarken. Gözlerine binlerce yıldız kaçmıştı sanki. Siyah dalgalı hatta kıvırcıktı saçları ve aynı renk gözleri, onu tanımlamak için tek kelime yeterliydi..sevimli! konuşması hareketleri o kadar içtendi ki, yıllardır tanışıyormuş hissine kapılmamak elde değildi, ince duygulu esprili anlayışlı sabırlı komik kim ne ararsa sanki onda bulabilirdi, hatta kızların en yakın erkek arkadaşı olabilecek türdendi.
Yeşim her zamankinin aksine tutuktu elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor gibiydi, aklı dağıldığı için gelirken tüm gece boyu atıştırmak için almayı düşündüğü şeyleri de unutmuştu. Semih onu kapıyı açan çocukla tanıştırdı ondan önce program yapan arkadaşıydı.


Radyo bir apartman dairesinden oluşuyordu, dj kabini çok büyük değildi ama oturmak için iki tane de koltuk vardı karşılıklı, sonra tüm cd lerin bulunduğu arşiv odası vardı ve büyükçe bir salon burada masa sandalye ve koltuklar vardı hiç biri yeni değildi, ve ufak bir mutfak, ilk göze çarpan çay kahve makinesiydi.
Semih’in programı başlamıştı, o ana kadar hep bir sesti onun için ve hep evde radyonun başında dinlemişti onu. Şimdi ise karşısındaydı, düşünceli sevimli tavırlarıyla zorla kendini sevdiriyordu onu izlemek hoşuna gitmişti Yeşim’in, artık dinlemiyor sanki hiçbir şey duymuyor sadece izliyordu Semih’i..telefonla konuşmasını kulaklığını takışını düğmelerle oynayışını ara sıra canlı yayındakilerle konuşurken Yeşim’e göz kırpıp dil çıkartmasını. Yeşim böyle bir haberi aldığı gün olabileceği en iyi yerdeydi Semih’le olmak ona iyi geliyordu hatta her şeye rağmen mutluydu, kapıyı açan çocuk yiyecek bir şeyler alıp gelmişti Yeşim’de o ara çay demlemişti yeni demlenmiş çayın kokusu oldum olası huzur verirdi, saat gece yarısına yaklaşırken Yeşim Semih’i kare kare ezberlemişti, ortada adı konmuş bir ilişki yoktu konmasını da istemiyordu zaten tek bildiği Semih’in ilgisinin onu mutlu ettiğiydi, onunla ömrünün sonuna kadar herkes sorunsuz tasasız yaşayabilirdi.


Semih ise ilk defa yüzünü görmediği birine karşı bir şeyler hissettiğini söyledi, kafamda canlandırdığım gibisin mavi saçın hariç dedi aynı anda güldüler. Zaten en çok yaptıkları şey gülmekti, bazen öyle espriler yapıyordu ki Semih, Yeşim yeter diye bağırıyordu bir yandan karnını tutarak, espri yeteneğiyle zekasını da kanıtlamış oluyordu.

Gece üç olmuş program bitmiş, Yeşim ile Semih sokağa adımlarını atmışlardı, hava öylesine soğuktu ki ama yinede beraber yürüyeceklerdi, günlerdir hayalini kurdukları şeydi bu. Kol kola girdiler Yeşim’in eli Semih’in cebinde Semih’in eli Yeşim’in cebinde ayakları bir birlerine uyumlu ritmik şekilde çocuklar gibi şen adımlıyorlardı caddeyi..Sokaklar boş, geçen birkaç taksinin gürültüsünden başka ses yoktu, Hamam yoluna geldiklerinde parkın orada havalanan kuşları gördüler ve yerde uçuşan birkaç gazete kağıdıyla poşeti..


Kapının önüne yaklaştıklarında, işte ışıklı yol dedi Semih gülümseyerek, o gece senden her hangi bir işaret alamasaydım sabaha kadar bekleyecektim dedi, delisin dedi Yeşim’de ona gülerek, kimse için o kadar fedakarlık yapma dedi sonra, senin için bu ne ki dedi Semih..Şimdi gitme otur burada de sabaha kadar otururum dedi heyecanla, ya çılgın ya çocuk yada henüz acı çekmemiş bu çocuk diye düşündü Yeşim..oysa bilmiyordu ki kim için yaparsa yapsın tüm bu fedakarlıkları boşunaydı eninde sonunda güzel olan şeyler biterdi. Hevesini kırmak istemedi ve karamsarlığa boğmak sadece eminim yaparsın şüphem yok ama ben bunu asla istemiyorum çünkü sana kıyamam sabah penceremi açtığımda buz kalıbına dönüşmüş bir penguen görmek istemiyorum dedi gülerek Yeşim. Peki ama bil ki penguenin seni seviyor dedi Semih. Yeşim ne olduğunu anlamadan afallamıştı böyle ani hızlı gelişen şeylerden hoşlanmazdı ve böyle bir şeye hazır değildi, çünkü o hala başkasını seviyordu. Umut vermek en büyük haksızlıktır demişti bir zamanlar yakın bir arkadaşı birden o sözü hatırladı, evet sanırım haksızlık ediyordu Semih’e ama bunu ona söyleyip onu kaybetmekte istemiyordu o yaşama bağlanan eli kolu olmuştu kısa zamanda.

Kapının önünde sıkı sıkı sarıldılar, Yeşim eve çıktı pencereye koşup aşağı baktı Semih’in ardından bakmaktı niyeti ama Semih hala gitmemişti, gülerek eliyle git diye işaret ediyordu Yeşim..Semih geri geri yürüyerek eliyle öpücük atarak uzaklaşıyordu, yine elini kalbinin üzerine koyup bekliyor sonra kocaman kucaklıyordu uzaktan YEŞİM’İ..Yeşim’in ağzı kulaklarındaydı perdesini kapattığında o sırada anahtar sesi geldi ve her zamanki gibi gürültüyle açıldı kapı. Gelen tabi ki Sinem’di. Yorgun görünüyordu, hiçbir şey söylemeden gelip Yeşim’in boynuna sarıldı Yeşimde ona..öyle kaldılar, hayırdır dedi Yeşim gülerek çok mu özledin..iyi ki varsın dedi Sinem..iyi ki varsın..sende dedi Yeşim anlamaya çalışan gözlerle bakarak..Semih’le ilk yüz yüze gelmenizi yarın dinlesem senden kırılmazsın değil mi dedi çok başım ağrıyor hemen yatmak istiyorum..kırılmam tabi bende yorgunum şu kadarını söyleyeyim, bayram çocukları kadar mutluyum!

Uykuya dalmadan önce son bir saat içinde iki sıcacık kucaklaşma yaşadığını düşündü Yeşim. Uçmasına yardım eden bir çift kanattı her ikisi de..

13 Nisan 2010 Salı

Ay ışığı II


12 Nisan 2010 Pazartesi

Buluşmuştuk Bir Kavşakta IX


Her şeyin yolunda gitmesi korkutur ya bazen insanı, korkacak başka şeyler bulmalı o anlarda hayatı rahat bırakmalı..

O geceden sonraki on gün boyunca Yeşim’in ev istirahatı, tüm gece radyoyu dinleyerek, Semih’le konuşup mesajlaşarak, gündüzleri ufak tefek ev işleri yaparak geçti. Sinem ile iyice alışmışlardı bir birlerine, Sinem dediği gibi arkadaki odayı adam etmişti ama kendi yöntemiyle. Balkon yine aynı rezil haliyle kalmıştı ancak‘görmek istemediklerinin önüne perde çekmesini bileceksin’ deyip lila rengi diktirdiği perdeyi artistik bir hareketle çekip rahat ve pratik oluşunu bir kez daha sergilemişti.


Geceleri daha çok benim odamda oturuyor ancak her iki odada da soba yakıyorduk, her ne kadar odun ve kömür hazır olarak gelse de hala tam olarak pratiklik kazanamamıştım soba yakma konusunda. Çoğu kez odalar gök duman oluyordu, bu işin en keyifli kısmı çıraların rengi ve kokusuydu, şimdi şimdi anlıyordum çıra gibi yanmak deyiminin anlamını..
Sinem Neslihan’ın aracılığıyla hemen bir iş buldu,barmeytlik yapacaktı deep bar’da..Neslihan’ın çocukluk arkadaşı Engin garsonluk yapıyormuş, bir anlamda vesile olmuş oldu. Eskişehir’in tanınmış, kaliteli ve nezih ortamlarından biriydi burası.. Sinem’in o an için fazla seçeneği yoktu daha uygun bir iş bulana kadar seve seve kabul etti, tek can sıkıcı yanı gece geç gelip sonrasında öğleden sonra uyanmasıydı. O halinden memnundu ama tüm gece evde yalnız kalmak hoşuma gitmiyordu. Yinede paraya ihtiyacımız vardı ve kazandığı parayla mutfak masrafımızı ve bazı ekstralarımızı karşılıyorduk.

Sıklıkla evi ve bıraktıklarını düşünüyordu Yeşim ses çıkmaması hem sevindirici hem düşündürücü geliyordu. Galiba babası ömrü hayatında ilk kez anlatılmak isteneni anlamış, yaşam hakkına saygı duymuştu. En çok da o gün özledi evini, belki de özlediği sadece evin konforuydu. Su çiçekleri kuruyana kadar su değmemesi gerekitiğinden on gündür banyo yapmamıştı ve çıldırmak üzereydi, tüm çiçekler kurumuş dökülmüştü tek bir tane alnında kalmıştı ve artık banyo zamanıydı. Sinem uyandıktan sonra hamama gitmek üzere dışarı çıktılar, kış güneşi gözlerini almıştı Yeşim’in günlerdir evden çıkmamıştı kendini tuhaf hissediyordu. Eve döndüklerinde müthiş rahatlamış ve ferahlamıştı, o gece radyoya gidip Semih’e sürpriz yapmaya karar verdi, ilk defa bir birlerini göreceklerdi, oysaki sohbetleri ilerlemiş hatta gün içinde defalarca konuşmadan rahat edemez olmuşlardı. Evet çivi çiviyi sökmüyordu belki ama yerinden oynatmayı başarmıştı. Tekrar yüzünde tebessümle dolaşmaya başlamıştı Yeşim, aklı Semihle çok sık meşguldu ve bundan memnundu. Semih ise Sinem’in tabiriyle zil zurna Aşıktı. Gönderilen şarkılar ve gelen mesajlardan haberdardı Sinem ve Yeşim’e takılıyordu Buldun el kadar çocucuğu diye. Oysa iki yaş fark Yeşim için önemli değildi, nikahıma almayacağım ya diye gülüyordu Yeşim..Yeşim evlenmeyi zaten düşünmüyordu düşünse bile kendinden on on beş yaş büyük biri olabilirdi, onun kıymetini ancak yaşını başını almış biri bilebilirdi.

O gece radyoya gitmek için hazırlanırken, alnındaki henüz kurumaya başlayan çiçeğin hamam sonrası düştüğünü fark etti onca itina etmesine rağmen zamansız kopan çiçek Yeşim’in alnında ömürlük bir iz olarak kalmıştı, keyfi kaçmıştı Yeşim’in sonra gülmeye başladı Sinem’in de aynı yerde suçiçeği izi vardı Kan kardeş değil ama çiçek kardeş olduk deyip gülüştüler. Sinem işe gitti ardından Yeşim’de çıktı biraz dışarıda vakit geçirip radyoya doğru gidecekti. Heyecanlıydı, en çok da Semih’in tepkisini merak ediyordu. Giderken yiyecek bir şeylerde alacaktı gece uzundu nede olsa program bitene kadar onunla kalacaktı.

Hava iyice ayaza çekmiş esnaf sarayının önünden geçerken birden buzda ayağı kaydı Yeşim’in o an biri kolundan yakaladı ve yere düşmesine mani oldu. Bir anda neye uğradığını şaşırmıştı neredeyse düşüp bir yerini kıracaktı. Kolundan tutan kişi onu tutarken ne arıyorsun sen burada dedi, dünya ne kadar küçüktü bir kere daha anlaşılmıştı. O’nunla ortak arkadaşları Cem’di onu düşmekten kurtaran yanında kız arkadaşı vardı, tanışma faslından sonra kız arkadaşını görmeye geldiğini kızın burada okuduğunu söyledi, Yeşim ise sadece bende artık burada yaşıyorum diyebildi kendini tuhaf hissetmişti, Ankara’dan kuvvetli bir rüzgar esmişti sanki Cem’le birlikte.
İstem dışı soran gözlerle ona bakmıştı Yeşim, Gözlerini kaçırdı Cem sonra ayın sonunda evleniyor dedi mahçup şekilde sanki onun suçuymuş gibi.
Yeşim yutkunamadı, her yer süratle dönüyordu ayaklarının altından giren ateş saç diplerinden çıkmıştı ve olanca gücüyle dişlerini sıkıyordu. Birkaç saniye içinde sanki yıllar geçmişti Yeşim yaşlanmış Yeşim ölmek üzereydi. Cem tekrar kolundan tuttu bu defa ona teselli vermek için Yeşim geç kalıyorum dedi, gitmeliyim, yinede yüzünde yapay asimetrik bir gülümseme vardı sanki felç geçirmiş yüzünün tek tarafıyla gülümsüyordu. Cem ve kız arkadaşı uzaklaştılar Yeşim birkaç adım atıp olduğu yerde kalakaldı sanki sönmüş bir sokak lambasıydı insanlar gelip geçiyor kar üstüne üstüne atıştırıyordu. O an ağlasa bağırabilseydi keşke hiç birini yapamadı. Bildiği bilmediği bütün küfürleri ve bedduaları etmek istedi onu da yapamadı, insan sevdiğine beddua eder miydi?

Yürümeye başladı radyonun önüne geldiğinde ‘the show must go on’ diye geçirdi içinden, şov devam etmeli..kalbi zaten inanmıyordu onun evlenebileceğine bir yanlışlık olmalıydı..

Sinem işine alışmıştı,yanındaki barmenin ismi Orhan’dı Sinem pratik işlerle meşguldü ve daha ziyade vitrindi, estetik katıyordu oraya. Herkes alışmıştı Sinem’e iyi bir ekip olmuşlardı hem çalışıp hem eğlenmek bu olsa gerekti. Basit ama renkli hayatından memnundu şu an içim Sinem. Sanki başka bir dünyada herkesten her şeyden uzak yeni bir dünyası vardı, henüz babasını görmeye gitmemiş, haber vermemişti burada yaşayacağını..Arda’nın abuk subuk kendimi öldüreceğim, sensiz yapamıyorum, seni seviyorum mesajları ise sadece güldürüyordu onu, biten bitmişti ikinci bir şansı sadece aptallar verebilirdi.

Yeşim derin bir nefes alıp radyonun dar ve dik merdivenlerinden tırmanmaya başladı kapısına gelip zili çaldığında heyecanlı olduğunu hissetti, Az sonra Semih karşısında olacaktı ve yok yok O evleniyor olamazdı.

Kapıyı genç bir çocuk açtı..Semih! dedi Yeşim. İçeride kabinde dedi çocuk..kabine yürüdü camın gerisinden gördü Semih’i kulaklığını çıkarıp kapıya doğru geldi ve Çiçeğim gelmiş diye kucakladı Yeşim’i..Yeşim Semih’in onu hiçbir şey söylemeden tanımasının şokundan mı, yoksa az önceki şoktan mı bilinmez bezden bir bebek gibi kaldı Semih’in kollarında ve yanakları pembe pembe..

9 Nisan 2010 Cuma

Buluşmuştuk bir kavşakta VIII

Çivi çiviyi sökmez belki ama yerinden oynatabilir..

Arayan numara radyonundu, o an her hangi bir şey düşünmeden açtı Yeşim telefonu. Semih her zamanki coşkulu sesinden sıyrılmış, ciddiyetle nasılsın daha iyi oldun mu diye sordu Yeşim’e.
Yeşim’de sanki her zaman konuştuğu tanıdığı biriymiş gibi gayet normal şekilde uyumak üzere olduğunu ve daha iyi olduğunu söylerken yavaş yavaş kendine geliyordu. Hemen ardından canlı yayından öyle pat diye ayrılmasının çocukluk olduğunu sonradan haline güldüğünü söyledi. Bu söylemler her şarkı arasında Semih’in tekrar tekrar aramasıyla iki saat daha gece üçe kadar sürdü. Sanki bir birlerini çok önceden tanıyan iki kişiydiler, tuhaf bir şekilde sohbet kendiliğinden akıp gidiyordu.


Semih programı kapatmadan önceki son arayışında nerede oturduğunu sordu Yeşim’e o da tereddütsüz yediler parkının karşısında dedi. Eve yürüyerek gideceğim ve yolumun üzerindesin yirmi dakikaya kadar parkın içinden geçeceğim, eminim çiçekli yüzünle seni görmemi istemezsin bu yüzden sadece beni gördüğünü anlamam için bir işaret ver dedi ve kapattı.

Bunu duyduktan sonra Yeşim’in aklına bir sürü eskiye ait şey canlandı. O’da evlerinin önünden ne çok geçerdi, babası sızdıktan sonra pencereye çıkar birbirlerine kaçamak bakışlar atarlardı, bazen sadece arabasıyla geçtiği olurdu gözden kaybolana kadar arkasından bakardı bu birkaç saniye için saatlerce uykusuz beklediği olurdu. Oysa tüm gün telefonlaşır hatta günün belli saatlerinde buluşurlardı ama aşkları öyle yoğundu ki sonrasında uzaktan görmeye çabalamak bile büyük mutluluk veriyordu her ikisine de. Liselilerden farksızız diye gülerlerdi. Tabi her hızlı yükselişin ani ve acıtan bir düşüşü olduğunu bilmiyordu o zamanlar Yeşim. Öyle hissediyordu ki sanki onlardan daha fazla aşık birbirini seven bir çift yoktu dünyada. Beklenmedik şekilde aniden yere çakıldığında kırıkları yarası beresi çok fazla olmuştu, o acıyı yaşamaktansa ölmeyi tercih edecek kadar..

Tüm bunları düşünüp içi allak bullak olmuşken parkın içinde birini fark etti, karanlıkta doğru dürüst bir şey seçilemese de anlamıştı ki bu Semih’ti. Benzer bir şeyi başkasıyla yaşamak o an yaşananlara saygısızlıkmış gibi geldi ve sessizce perdenin gerisinden onu izlemeye devam etti. Her hangi bir işaret vermeye niyeti yoktu. Yaklaşık on dakika geçmesine rağmen hala gitmemişti ve gecenin o saatinde dışarısı buz gibi olmalıydı. Anladı ki bir şey yapmazsa bu çocuk oradan gitmeyecekti, o an yapılabilecek en ideal işareti vermeye karar verdi sırf Semih daha fazla üşümesin diye. Odasının ışığını bir kez açıp kapattı. O an hayalinde yüzünü hiç görmese de Semihin kocaman gülümsediğini düşündü.


İşareti aldıktan sonra yürüyüp gitti Semih, Yeşim’in kafasındaki minik bir acaba! İse kaybolmuştu evet o kesinlikle Semihti.
Böyle bir şey yaptığına şaşırmıştı ama pişman değildi. Birkaç dakika sonra bir mesaj geldi telefonuna, ‘daha önce böyle bir ışık saçılmamıştı etrafa’ yazıyordu, Yeşim gülümsedi ve ‘ışığın aslı gözleri kör edebilir, bu sadece yansımasıydı’ yazıp gülümseme işareti koydu sonuna ve gönderdi. ‘Gözlerim kör olsun ne çıkar, ben seni yüreğimle gördüm’ diye cevap geldi. Yeşim içten içe gülümsüyordu, o programdaki zıpır çocuk gitmiş yerine romantik biri gelmişti. Anlaşılmıştı ki, her durumda hazır cevap biriydi..

Aşağıdan zile basılıyordu, gözlerimi araladığımda güneş kucak dolusu girmişti odama, kapıya kimin bastığını görmek için pencereden aşağıya baktım ve Neslihan eli kolu dolu bekliyordu, kapıyı yukardan açma gibi bir lüksü yoktu bu binanın hemen anahtarı kapının üzerinden çıkartıp aşağıya attım Neslihan’a..Az sonra yanındaydı bu defa kucaklaşmadılar, ne oldu böyle sana mayın tarlası gibi olmuş yüzün dedi gülerek, ciddimisin henüz aynaya bakmadım ve bakmasam iyi olacak dedim, acınası bir halim olmalıydı Neslihan’ın bakışlarında biraz şefkat, çokça acıma vardı sanki.


Bak sana neler getirdim dedi sevinçle, pino’dan sosisli sandviç ve(ve..yi epey uzattı) mutluluk çorbası. İnanamıyordum uzun zaman olmuştu içmeyeli ve Neslihan bunu da unutmamıştı. Canım benim niye zahmet ettin diyerek çorbaya uzandım, Okulu astığımız günler eğer mutsuzsam İşkembe çorbası içmeye giderdik ve bu çorba beni mutlu ediyor derdim adı oradan mutluluk çorbası kalmıştı. Diğer poşetlerde de mutfak için yaptığı alış veriş vardı, yine mahçup ediyorsun beni dedim, olur mu öyle şey der gibi baktı gözlerime. Yine ağlayasım gelmişti.
Mutluluk çorbamı içerken dün gece olanları anlatıyordum ve Neslihan hayretle dinliyordu, sonrasında aman dikkat et bak tanımadığın etmediğin kişilerle hemen samimi olma diye anne vari tavsiyelerde bulunuyordu her zaman ki gibi.


Bu çorba kaçmaz hadi sende iç dediğimde keyifsizim aslında midem bulanıyor içmesem daha iyi dedi ve birkaç güne geçmezse doktora gideceğini söyledi.
O haliyle beni düşünüp gelmişti içim sızlamıştı birden, dostluk sevgi bu olmalıydı işte, bir kere daha minnettar kaldım Neslihan’a..
Karnım doymuş, ilaçlarımı almıştım, kaşıntı nispeten azalmıştı Neslihan’ın ardından uzun süre kitap okuyup , pencereden dışarısını izlemiştim, serin ama güneşli bir gündü..

Sinem’in yolculuğu bu defa sorunsuz geçmiş kimseyle kavga edip otobüsten inmeye sonrasında otostop çekmeye kalkmamıştı. Eskişehir’e indiğinde normal insanların akşam yemeği saatiydi. Hemen Neslihan’ı aradı adresi aldı ve sıkıca tembihledi Yeşim’e bir şey söylememesi için. Neslihan suçiçeği durumundan bahsedemeden telefonu kapatmıştı Sinem, Yine aceleci yine sabırsızdı.
Koca bir günü yatarak kitap okuyup uyuyarak geçiren Yeşim bir yandan da telefonuna gelen bir mesaj sesini duymayı beklemişti ama o ana kadar öyle bir şey olmamıştı. Bir şey olacağından yada istediğinden değil sadece bu dört duvar ve yalnızlık içinde biraz değişiklik belki heyecan arıyordu. Kendi kendine alınmıştı Semih’e o saate kadar hiç değilse bir mesajla nasıl olduğunu sorabilirdi. Omzunu silkti, çokta önemli değil diye düşündü sonra, sadece hastalık yalnızlık ve içinde bulunduğu durumdan dolayı böyle düşünmüştü yoksa onun kimseye ihtiyacı yoktu. Hele ki romantizme hiç..Ağzının payını almıştı kısa süre önce, artık kimseye hiçbir şeye inanacak halde değildi. Hepsi boş ve geçiciydi.


Tüm bunları düşünürken kapı sabahtan sonra ikinciye çalıyordu. Aşağıya baktığında karanlıktan tam seçemedi kim olduğunu şapkalı bir kız vardı, kimi aradınız dediğimde başını yukarı kaldırdı ve ben geldim diye bağırdı, o an öyle şaşırmıştım ki aynı zamanda çok sevinmiş, e hadi açsana kapıyı koptu kollarım burada diye bağırıyordu Sinem, dur bekle anahtarı atıyorum dedim.
Sinem Yeşim’in kırmızı içi su dolu minik noktalarla kaplı yüzünü görünce korktu , her zaman ki açık sözlülüğüyle berbat görünüyorsun dedi ve hemen ne kadar sürecek bu böyle diye söylendi. Birkaç haftaya geçer her halde, neyseki korkmana gerek yok dedim Sinem’in alnındaki küçük suçiçeği lekesini görünce. Şanslısın!

Yiyecek bir şeyler hazırlarlarken Sinem ne oldu ne bitti bu birkaç günde bir çırpıda anlattı ve memnuniyetle seninle bu evde yaşama fikrini kabul ediyorum dedi.
Yeşim yalnızlığına alışmasına bir basamak kala bir ev arkadaşının olması fikri o çok hoşuna gitmişti, hemen evi dolaştırdı bak parka bakan bu diğer oda hemen benim odama bitişik aramızda buzlu cam olacak hem burası senin odan olsun dedim.
Sinem bir süre düşündükten sonra benim bir daha kapısını açmayı düşünmediğim balkonunda yığınla bira şişesi depolanmış arka bahçeye bakan izbe odayı seçti. Bu odada soba var ve ben burayı adam ederim dedi, şaşkın şaşkın ona bakıyorken. Ben hala o odada kalmasını istemiyordum nedense o odada beni ürküten bir şeyler vardı. Ama Sinem bir kere vermişti kararını ne desem boştu, artık Sinem’i tanıyordum. Bir anlamda benim içinde iyi olacaktı o oda hayat bulacaktı onunla yersiz korkumdan ve kendi kendime ürettiğim tıkırtılı seslerden kurtulacaktım.

Yeşim mavi Sinem pembe cicili bicili geceliklerini giyip yanan sobanın başında bundan sonra neler yapabileceklerini konuşurken Yeşim’in gözü saate takıldı saat dokuzdu ve ‘dönersen ıslık çal’ başlamış olmalıydı usulca açtı radyoyu Semih’in cıvıltılı sesini duymak hoşuna gitti..Geceki mesajlar olmasa tüm konuştuklarının ışığı açıp kapamasının gerçek olmadığını düşünecekti neredeyse.
O an Semih’in yaptığı anonsa dikkat kesildi, İlk şarkımız Çiçek için geliyor, İzel..ışıklı yol.. dedi ve şarkı başladı.
Sinem, dikkatimin dağıldığını anlamış ne o hayırdır diye sorunca dün gece olanları anlattım, Semih ile ilgili bildiğim diğer şeyleri de..
Benden iki yaş küçük olduğu, İktisat son sınıfta okuduğu, Mudanyalı olduğu, uzaktan gördüğüm kadarıyla orta boylu ve futbolcularınki gibi çarpık bacakları olduğunu.
Son kısımda gülüşmüştük.
Ne olursa olsun hayat ilerliyordu ve sanki beni sıkı sıkı tutmaya başlamıştı..
Belki de her şey çok güzel olacaktı. Radyoda bir ses evimde ise yeni bir nefesim vardı.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Buluşmuştuk Bir Kavşakta VII

Sessiz çığlıklar sağır edicidir, seslendiğin kişi duyduğu an bir daha duymaz olur..

Saatler tam dört günü daha kovalamıştı, bu günlerin kovalanması hep masallarda olurdu, keşke bir masalın içinde olabilseydi, masallarda imkansız diye bir şey yoktu ve her an hoş sürprizlerle karşılaşılabiliniyordu, daha da önemlisi ne yaşanırsa yaşansın mutlaka mutlu bir son bekliyordu kahramanları..


O dört gün içinde Yeşim için değişen pek bir şey olmadı, uzun süredir görmediği birkaç arkadaşını görüp sohbet etmiş, gündüzleri evin eksikleri için alış veriş yapmış, geceleri ise radyosunu dinleyip kitap okuyor gibi yapmıştı.
Yeni aldığı hattından O’na mesaj çekmeyi düşünmüş ama cesaret edememişti, aslında bunu kendiside anlamsız buluyordu, söylenecek her şey söylenmiş, söyleyemedikleri ise bir kutuda yüreğinin en uzak köşesine saklanmıştı. Tahir ve zühreyi anımsıyordu böyle anlarda, ‘sen elmayı seviyorsun diye onunda seni sevmesi şart mı’ Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Yaptığı hatalardan dolayı kendini suçlamaktan tam anlamıyla yorulmuştu, ne yaparsa yapsın olanla ölene çare yoktu işte. Sesini duymaya çalışıyordu, zorluyordu buna kendisini, silinmişti sanki kulaklarından, nasıl gülüyordu yada nasıl canım diyordu..sesini tamamen unuttuğunda kendisini de unutmuş olacaktı belki de..

Bir gün önce kollarında ve bileklerinde sivilcemsi kırmızı kırmızı bir şeyler görmüş ama önemsememişti ertesi gün bu küçük içi su dolu kabarcıklar neredeyse her yerine hatta ağzının içinde bile belirmişti.
Doktordan çıktığında çok halsiz ateşli ve şaşkındı, küçük çocuklar gibi suçiçeği olmuştu. Özellikle saç diplerindekiler çok kaşınıyordu. Eve zor attı kendini, yatağın içine büzülüp derin bir uykuya daldı. Uyandığında odanın içi kap karanlıktı sersem gibiydi terlemiş biraz da acıkmış hissetti kendisini. Saat dokuz olmuştu, kabarcıkların kaşıntısı iyice artmış kaşıyamadığı için neredeyse çıldıracak gibi oluyordu. En çok hastayken evde birine ihtiyaç duyuluyormuş diye düşündü birkaç ıvır zıvır atıştırdı canı portakal suyu istedi ama ne portakal nede onu sıkacak biri vardı.

Radyosunu açtı yerel kanalda birkaç gecedir dinlediği ‘dönersen ıslık çal’ isimli program başlamıştı. Program sunucusunun ismi Semih’ti. Neşeli sesi esprili tavrı hafif bitirim yaramaz bir konuşması vardı. En güzelide programda yapay gülme efektleri yoktu. Dokuzdan neredeyse gece 3 e kadar yayındaydı. Ve şimdi onun enerjik sesinden sonra üç hürel, ‘bir sevmek bin defa ölmek demekmiş’ çalıyordu. İstekler için tekrar tekrar kanalın numarası veriliyordu. Doktorun kaşıntı için verdiği losyonun neredeyse hiç etkisi olmamıştı, gram uykusu yoktu ve bu geceyi nasıl atlatacağını bilmiyordu Yeşim. Neslihanla konuştu, yarın ilk iş geleceğini söyledi ve dinlenmesini..

Sinem ani kararlarından birini daha aldı ve biraz kafa dağıtmak, babasını daha yakından tanımak en çokta canını sıkan kişi ve olaylardan uzaklaşmak için Eskişehir’e yerleşmeye karar verdi. Yarın öğlen İstanbuldan iki valizi halka küpeleri ve kemik rengi güneş gözlükleriyle ayrılmış olacaktı. Sanki tüm o kargaşadan sıyrılacaktı ve Yeşim’i görmekten mutluluk duyacak. İnince Neslihan’dan adresi alıp sürpriz yapacaktı Yeşim’e. Ona birde hediye almıştı şirin çocuksu açık mavi yumuşacık, kısa bir gecelik. Kendisine de benzerini ama pembesini.Yol parasını çıkınca cebinde çok az parası kalıyordu bir an önce bir yerden başlayıp para kazanmalıydı Yeşim’in bahsettiği ajansta belki iş bulabilirdi, hem ondan daha iyisini mi bulacaklardı, güzel akıllı ve İstanbullu. Bu İstanbul egosunun yarardan çok zararı olacaktı ama haberi yoktu. İstanbul da ki Son gecesini Galatasaray Fenerbahçe derbisini izleyerek geçiriyordu Sinem. Yakın arkadaşlarıyla beraberdi, içtiği biraların sayısını hatırlamıyordu ve Galatasaray’ın yediği gollerin galiba her ikisi de altıydı. Maç bitti gece devam etti, yarın gideceğini hiçbir arkadaşına söylemedi Sinem. Dans edip eğlendi içten içe yeni hayatını kutlamaya biraz erkende olsa başlamıştı.

Yeşim maçtan habersiz aç karnı ve çıldırtan kaşıntısıyla su çiçeklerinin, kös kös oturuyordu yatağın içinde. O an radyoyu aramak geldi içinden biraz muhabbet eder vakit geçiridi. Aradı telefonu açan Semihti hemen tanıdı sesinden, canlı yayına katılacağını söyledi, telefon numarasını ve ismini kaydettirdikten sonra sıranın kendisine gelmesini bekledi, amma da meraklısı varmış programın diye düşündü on dakika geçmiş hala aramamışlardı ki telefonu çaldı, Merhaba Yeşim, az sonra yayında olacağız dedi o sempatik ses ve yayındalardı. Klasik giriş bölümünden sonra e neler yapıyorsun yeşim anlatsana dedi Semih, şu anda bir şey yaptığım söylenemez yirmidört yaşındayım ve suçiçeği çıkarıyorum ve kaşıntıdan çıldırmak üzereyim dedi gülerek, biraz kafam dağılsın diye aradım.
Semih, bizim programımız her derde devadır her türlü kaşıntıya bire bir etkilidir dedi abartılı bir gülüşle, madem suçiçeği çıkartıyorsunuz size çiçek diyelim, peki çiçek hanım ne çalalım size dediğinde Yeşim nedense o abartılı gülüşe alınmış keyfi kaçmıştı zaten alınmaya yer arıyor olmalıydı. İstediğim bir şarkı yok fark etmez dedi ve kapattı. Bunun üzerine yine sevimli sesiyle o halde çiçek hanım için Rober Hatemo’dan çiçeğim’i çalıyoruz dedi ve şarkı çalmaya başladı. Yeşim, Semih’in ince zekasını beğendi her ne kadar biraz kızsa da şarkı çalmaya başladığında gülümsedi. Ve fark etti ki bir yarım saati bu şekilde geçmişti kafası meşgul olduğu içinse kaşıntısını biraz da olsa unutmuştu, Semih!in dediği gibi bu program her derde deva idi. Sonrasında hiçbir şey yapmadan sadece radyoyu Semih’i ve İstek şarkıları dinlemeye devam etti Yeşim.
Gece bire geldiğinde yavaş yavaş gözleri kapanıyordu Yeşim’in ve çalan telefonuyla irkildi.. bu numara sadece Neslihan’da vardı ve birde radyoda..

4 Nisan 2010 Pazar

Siyahın Gerisi


2 Nisan 2010 Cuma

ölümden başkası yalan!

'ölümde yalan bir yerde tıpkı yaşamak gibi' demiştim, daha sonraları babam için yazdığım bir yazıda..
sabahın erken saati ablamın arayışı şaşırtmıştı ve aynı anda normal bir durum olmadıgını düşündüğümde nedense önce abim sonra annem geldi aklıma..
ne oldu ne söylesene dedim ısrarla, sesi kötüydü çok.
çanakkaleye gidiyoruz dedi, anneannesi mi öldü dedim (eşinin) hayır dedi babası mı, hayır, Gökhan dedi..şok oldum tüylerim diken diken oldu aynı anda saç diplerim.
Onun abisiyle benim ablam evliler, ilk yıllarında çok sık beraberdik sonradan herkesin kendi hayatı farklı şehir ve ülkeler derken ne kadar zamandır görmediğimi bile hatırlamıyorum ama hayatın getirdiklerinden yaşadıklarının bir çoğundan haberdardım.
Muhtemelen dün gece biz aşkı memnuyu izlerken o bir kamyonun altına girmiş can vermişti. Ne düşünüyordu nasıl öldü..
Kardeşim kardeşim diye yanmış içi sabaha kadar bunu duyunca doldu gözlerim çok yandı canım, kardeş acısı kim bilir ne kadar zordu.gurbette olmak da çok zor, mutlu veya acı anlara bir solukta koşamamak, derdini tasanı hep içinde yaşamak. Heleki kötü bir haber almak. Amcamın vefatını da çok uzaklardayken bir msn penceresinden almıştım, yine donup kalmıştım.
Allah sıralı ölüm versin desekde vermiyor neredeyse yüz yaşındaki anneanneleri yaşlı babaları duruken otuzlu yaşların henüz ortasındaki ailenin en küçükleri vefat etti.
akraba evliliği sonucu tek bacağında problem vardı ve anne babsından hep nefret etmişti sanıyorum mutsuzdu hala. İlk okul öğretmeniydi, iyi bir öğretmendi çok seviyordu öğrencilerini.
Bir fotoğraf karesi geliyor aklıma ablamların nişanından bütün gençler bir arada kocaman gülümsemişiz..uzun küt saçları vardı Tarkana benzetirdik o zamanlar ve çok güzel bir ses tonu aklımda kalanlar bunlar.
emekteki evlerinin odasını görmüştüm kütüphane gibiydi öyle çok okurdu ve harika yazıları vardı..okumama izin vermişti hayran kalmıştım o zamanlar, felsefik derindi yazıları..
neyse işte,sarsıldım, üzgünüm..En beceremediğim zorlandığım şeydir baş sağlığı dilemek nasıl yapacağım bilmiyorum.. ölüm ne kadar yakın, kendi filmim nerede kopacak merak ediyorum.