24 Eylül 2009 Perşembe

Şimdi okullu olduk.

Minik fokum bugün 1.sınıfa başladı. Ekoseli okul eteği, kırmızı süveteri, çantası, suluğu, minicik boyu ve pırıl pırıl gözleriyle..
Yani bir anlamda hayata atıldı yuvadan kanatlarımızdan sıyrıldı.
Aceleyle çıktığımız evden okuluna gidip defalarca öpüşüp koklaşıp sınıfına bırakıp geldiğim evde yarım kalan sütlü mısır gevreğini, çıkartıp attığı pijamalarını görünce neden bu kadar duygulandım bilemiyorum.
Tertemiz bir sayfa onunki ve o yaştaki diğer tüm çocukların. Adına hayat denen bir defter veriliyor elimize inci gibi kusursuz yazılar yazmakta elimizde içine edip karalamakta.. Öyle bir kalemle yazıyoruz ki silmek mümkün değil. Sil baştan diye bir şey yok. anlatmak istediklerimi anlatamadığım kelimelerle dost olamadığım bir günümdeyim.
Olsun..
Keşke ben birinci sınıfa başlıyor olabilseydim diye düşündüm. Ve daha bir çok şey..
Canımın ta içi kızım..her şey senin için..
Mutlu, hatalarının keşkelerinin az olduğu başarılı masmavi bir hayat seninle olsun..
Bugünleri de gördüm ya..ve….
İlk günden çok özledim.

18 Eylül 2009 Cuma

Dövülmüş-tü-kelimelerim..




Dövülmüş kelimelerin her yeri sızlıyordu
En çokta kolları,
Artık yüklenmiş anlamları taşıyacak kuvveti yoktu
VE sakar duygulara tercüman olmaya niyeti..
Kendi düşen ağlamaz dememiş miydik
Demiştik..
Ağlama o zaman.
Sen kelimelerini iyileştir, canları çok yanmış.
Evet kelimelerin ağlayabilir
Sen düşürdün çünkü..



Berrin'deniz'

11 Eylül 2009 Cuma

Ah Canan Tan..

Canan Tan'ın Toplam üç kitabını okudum son bir kaç ayda. İlki Piraye idi. Çevremdeki herkesten daha az etkilemişti beni. Dizi senaryosu gibi bir anlatımı vardı. YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ'yide bir umut almıştım. Okumaya başlayınca Piraye ile aynı havada olduğunu anlayıp bir kenara bıraktım. Bir süre sonra okuyacak kitabım kalmayınca tekrar okumaya başladım bir kaç günde bitirdim. Son olarak EN SON YÜREKLER ÖLÜR kitabını da tatildeyken fazla seçme şansım olmadığı için alıp okudum. Bu üç kitap konuları farklı olsada anlatım açısından aynı. Özellikle de üç kitabın da kadın baş kahramanı aynı karakterde diyebiliriz. GÜÇLÜ İDEALİST DİŞİYLE TIRNAĞIYLA BİR YERLERE GELMEYE ÇALIŞAN GURURLU KETUM AŞKA MESAFELİ DUYGULARINI BELLİ EDEMEYEN VS VS yani bana göre kitap için biraz sıkıcı tipler . Karşılarında ki erkekler ise, belli karizmaları olan, doğal, sevimli, içten, sıcak kanlı, aşka aşık ve yürekliler..Böyle bir tezat işte :)

Canan Tan'ın edebiyat çevrelerinde kabul görmediğini okumuştum gazetede. Kafanızı dağıtmak kendi yaşamınızdan uzaklaşmak isterseniz bu kitapları okuyabilirsiniz. Arada gözlerinizin dolmasına aldırmayacaksınız. Burun direklerimizi sızlatmayı iyi biliyor yazar. Bir film yada dizi gibi sürükleniyor sayfalar. Canan Tan'ın iletişim adresine atacağım e postada acilen kadın kahramanlarının karakter yapısında değişiklik yapmasını önereceğim. Hep aynı hep aynı fazlasıyla basit ve sıkıcı olmasına neden olup okur kaybedecek diye düşünüyorum. En azından ben, boş anıma gelmeden diğer kitaplarını okumam. Ayırd etmek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama bu kitaplar daha ziyade bayanlar için yazılmış gibi hatta yanında bir avuç çekirdekle daha iyi gidebilir :)
Didim'de kitapçıdaki adam EN SON YÜREKLER ÖLÜR'ü alan hanımın birine, 'bu kitabı al yanına bir pakette selpak al ablaaa' diye söyleniyordu :)
Sonu mutlu bitmeyen aşklarda sürüklenip yüreğinizde dokunuşlar hissetmek ve beyninizi uyutma ihtiyacındaysanız bu kitaplar bire bir.



"Biliyorum, imkânsız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime..." demişti Murat.

"Çünkü, Yüreğim Seni Çok Sevdi!.." Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını.

"Yüreğim seni çok sevdi

o yürek talan

o yürek yangın yeri

o yürek seni istiyor bir tek seni...

" Aslı ile Murat’ın İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği kadar gerçek...

Kitabın sonu şu cümlelerle bitiyor..



Bir adın kalmalı geriye, birde o kahreden gurbet. Beni affet, kaybetmek için erken sevmek için çok geç..

Bu kez yazar, aşk'ın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında geçen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek...

"Sen, gözlerinden ateşler saçarak, zehirli oklarını bana yöneltirken, ben sana âşık oldum Nehir..."
"Sen, tüm şatafatlı tanımlardan sıyrılıp en doğal halinle, yaramazlık yapan çocuklar gibi boynunu bükmüş bağışlanmayı beklerken, ben sana âşık oldum Deniz..."
Yüreklere düşen ilk kıvılcımlar...

Sonsuza dek süreceğine inanılan aşk, mutluluk... Ve o uğursuz kaza Kadının belleğinde kalan son sözcükler... "Sıkı tutun Nehir..."


8 Eylül 2009 Salı

Hayko Cepkin ve İlahi



Birkaç gün önce TRT de bu klibi izlediğimde hem şaşırmış hem de hoşuma gitmişti. Sonrasında Saba Tümer'in programında izledim Hayko Cepkin’i.. Hareketleri ve söylemleriyle kendine has bir insan olduğunu düşünüyorum. Söylediği bu ilahiyi daha önce Ahmet Özhan’dan duyduğumu anımsıyorum ama bu kadar etkilememişti beni belki de hiç etkilememişti. Bugün defalarca dinledim ve izledim. Daralan ruhumu rahatlattığını hissettim. Klibin her karesi Hayko Cepkin'in her duruşu, mimiği, sesi, içtenliği bam başka geldi. Şeklin değil özün önemli olduğunu bir kere daha anladım.
Saçına bir defalığına da olsa mavi renkten başka bir renk değmemiş olan ben Hayko Cepkin'de bir kere daha gördüm ki insan saçına yakışan en güzel renk mavi..
Ruhumu yatıştıran sakinleştirici bir ilaç gibi geldi bana. Günde en az on doz almaya karar verdim :)

6 Eylül 2009 Pazar

Değişim..

Alıştığım şeyleri sevdiğimi de varsayıyorum..ve onlardan vazgeçmek benim için kolay olmaz. Buna tek düzelikten hoşlanmak denilebilir mi bilmiyorum ama evimdeki eşyaların bile yerleri yıllarca aynı şekliyle kalsa beni rahatsız etmez hatta huzur verir bu bana.

Banadair’i yazmaya başlayalı 26 ağustosta iki sene dolmuş.Bu iki sene içinde temamı hiç değiştirmedim oluşturduğum ilk haliyle kaldı. Bloğumu hazırlarken en fazla birkaç tane blog görmüştüm ne nedir bilmiyordum tam olarak. Gözümün önünde şekillenen örnekler olmadığından kendimce tamamen özgün şekilde hazırlamıştım. Bu halinden çok faklı değildi ilk hali sonradan html kodlarıyla birkaç gaddet eklendi o kadar.
Bloğun ismine gelince hiç düşünmeden ‘banadair’ demiştim..Çünkü ne varsa banadair olacaktı. Şimdi düşündüğümde daha farklı isimlerde koyabilirmişim.
Temamdaki resme gelince o benim için çok özel. O resmi gördüğümde ne bloğum nede blog fikrim vardı. Turuncuyu sevdim onunla ve zaman zaman kendimi daha çok.

Elindeki kahve fincanı, saçları, Finlandiya’da kışın en çok kullanılan şapka modeliyle kendimi buldum her daim…
Şimdi temamı da resmide değiştirmeyi düşünüyorum..Depresyonda olan kadınlar önce saçlarında değişiklik yaparlarmış ya, belki benimkide o hesap önce blogdan başlayıp sonra saçlarıma geçeceğim :) Nasılsa hiçbir şey aynı kalmıyormuş her şey değişmeye mahkummuş ya..


Dün temalara bakmaya başladım yüzlercesinden şimdilik birkaç tanesini kendime yakın buldum. Zaten alış verişte de böyledir benim için alacağım şeye ilk görüşte vurulurum işte bu derim ve ne pahasına olursa olsun alırım :) Temamı da böyle bulacağıma eminim.
Aslında siyah temaları hep sevmişimdir, göz almayan huzurlu, iç dünyan açığa rahatça çıkar ve karanlığıyla yumuşacık örtersin üstünü..Ama temam siyah olmayacak..

Bakalım, alıştığım sevdiğim banadair’im den turuncumdan vazgeçmek zor olacak mı?

Pazar günlerini sevmesem de mutlu pazarlar diliyorum..

4 Eylül 2009 Cuma

yAzdAn geriye..

Kalan birkaç keçisi de kaçmış aklımı çok zorladığımda, uzun yazdan geriye, gidilen dönülen yüzlerce kilometre, annemin evindeki huzursuz huzurum, şimdi fıstıklı mı yoksa limonlu dondurmayı mı sevdiğimi unutsam da günde iki kere gidilen dondurmacı, durgun denizin kolları,tadını sevemediğim dutlar, yemediğim yiyemediğim onca meyve, bir tren yolculuğu sonrasında neşeli insanların roman havası, okuduğum birkaç kitap ve sonrası..ha bir de mezar taşı kaldı aklımda..avuçlarımda dut kurusunun kokusuyla…
Düşününce, uzun yazdan geriye kalan koca bir ‘hiç’ miş aslında..