29 Temmuz 2009 Çarşamba

<< yıllar >>

insan bir şehri bir insanı belkide bir kitabı elinden bırakırken, düşünmeli ve hatta bilmeli geriye döndüğünde onu aynı şekilde bulamama ihtimalini..insanlar şehirlerden daha çabuk eskiyor..değişiyor. bazen de avucunun içindeyken yada sen öyle zannederken değişmeye yitmeye gitmeye başlıyor. Farkına vardığındaki burukluk çürümüşlük hissi şiddetli mide bulantısına sebep oluyor. Hemen ardından o şehri o insanı yada o kitabı ilk gördüğün anları düşünüyorsun, öylece uzaktan izleyip ışıklarını, içinde yol almazken ki haline özeniyorsun..ve yine insan en kolay kendini kandırabiliyor. kanmaya hazır ve istekli olduğu için..bıraktığın şeyi aynı şekilde bulamazsan bir daha da bulamıyorsun..kaç dağı üst üste vursan, kaç şehri bir biriyle çarpsanda olmuyor.bir kere bırakıp gittin mi, eskisinin yanından bile geçmiyor.




Henüz daha kompozisyonumun giriş bölümündeyken, eski bir şehre yaptığım otobüs yolculuklarının vazgeçilmeziydi Harun Kolçak'ın 'yıllar' şarkısı. O zaman yıllar geçmemişti..şimdi kompozisyonun gelişme hatta düğüm bölümündeyken hala etkiliyor bu şarkı.

Dönemem dönemem artık
Geriye dönemem
Yaşadım doludizgin
Yorgunum çok dönemem..

28 Temmuz 2009 Salı

uçurtma avcısı

Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk... Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmenarkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz.Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları... Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...



Bir kaç ay önce filmini izlemiştim..Ancak film kitabın bıraktığı etkinin yanından bile geçemez. Zaten genel kanım şu ki, romanlardan uyarlanan filmleri illa izleyeceksek kitabını okuduktan sonra izlemeliyiz. Kitabın tadı malesef filmlerde olmuyor. Okurken yazarın usta betimlemeleriyle her şey gözünde öyle detaylı öyle güzel canlanıyor ki..

Khaled Hosseini müthiş bir yazar..duyguları özenle ustalıkla işlemiş. vurucu cümleleriyle düşündüren yanıyla içine işliyor resmen anlattıkları. Bin muhteşem güneş, romanıda çok güzeldi ancak Uçurtma Avcısı harika bir kitap. Mutlaka öneriyorum. Okuduğum en güzel kitap ve sevdiğim tarza en yakın yazar..Aldığı ödülleri sonuna kadar haketmiş. Ne okuyacağım diye düşünmeyin, hiç vakit kaybetmeden edinin...
(rek lam lar:))
Bu arada yazar kafamda nedense en az 60 yaşlarında yaşlı bir adam gibi belirmişti. Oysa 65 doğumluymuş ve kafamdaki Afgan tipinden farklıymış :)

26 Temmuz 2009 Pazar

Çentik

Bir hava yastığına güvendiği kadar bile güvenmemeli, hep kollayıp yanında olacağını kendini güçlüklere kötülüklere senin adına siper edeceğini düşündüğün insanlara, neticede hava yastıkları bile istemeden de olsa ölümüne neden olabiliyor.

Dün akşam ki şu gün batımı, bir nefeslik mutluluk yarım derecelik tebessüm ettirmişti, bugün anladım ki, benim sandığım hemen her gün gördüğüm belki de dünyanın en güzel kızıllığı hiç benim olmamış. Tanıdıkmış sadece.

Bir roman kahramanına inanıp sevmek her şeyden gerçek olabilirmiş. Okumayı yarım bırakıp sadece yastığımın altında tuttuğum orda olmasının beni mutlu ettiği güvende hissettirdiği bazı geceler elimde uyuduğum kitabım. Ve kahramanı frank Mc Court. Umuda yolculuk yapan sefalet içinde büyümüş çürük dişli tipsiz Mc Court. Romanın sonunda neye ulaşıp ulaşamayacağını bilmek istemediğim bahtsız İrlandalı.
Bir şeye çok inanmak da inançsızlık kadar uçucu bir maddeymiş.
İnsanlar gelir geçermiş, şarkılar dinlenmezmiş bir süre sonra, ağızdan çıkıp unutulan sözler toz bulutu halinde yükselirmiş mavilikte...
Mavi yine mavi kalırmış..
Kızılda daha turuncu..

23 Temmuz 2009 Perşembe

ruh hali..

Ölüm ve ötesi olmasaydı. Yaşadıklarımdan ve yaşattıklarımdan hiç iz kalmasaydı. Bir saksının dibinde hızla çürümeyi bekleseydim. On altı yaşımdan hiç gün almasaydım. Denizi hiç görmeseydim, sevdiğim bir kaç şeyin tadını hiç almasaydım. Annemi hiç üzmemiş olsaydım. Hayatımda hiç kırmızı olmasaydı. Kilim desenli bir sedirin üstüne kıvrılsaydım bir ikindi vakti..Rüyamda çılgınca yağan yağmurda süratle çalışan silecekler görseydim..duysaydım sesini..akşam vaktini hiç göremeseydim.


ÇEKİLMİŞ SULARDA -

20 Temmuz 2009 Pazartesi

uzun ayın kısası

Oysa seni kutuya koyup eve götürdüğümüz gece ne kadar da pür neşe idik. Minicik kar beyazı bir tavşan. Adını Çiko koyduk. Çocukların yüzündeki mutluluk her şeye bedeldi. Ölümüne değildi elbet. Sadece dört gün yaşayacağını bilsem seni getirir miydim hiç. Bir şeyi çok isteyip üstüne düştükçe elinden kaçıracağını bilecek kadar da büyümüştüm ya. Ne yaptım yada yapmadım da öldürdüm seni. Anımsadıkça sızın hala içimde. Çocuklar üzülür diye beklerken ben üzülüp ağladım hem de çok. Ne kadar hareketli ne sevimliydin. Çok sürmez ölür demişti herkes. Bir kerecik de olsa neden olumlu düşünmeyiz. Yada kaybedeceğini bile bile neden sever bağlanırız.Yıllar önce bıraktığım hayvan besleme sevme bağlanma durumuna seninle tekrar dönmüştüm. Hataymış.

Uzun tren yolculukları yaptım. Treni neden sevdiğimi bir kez daha anladım. Yüzünü hiç görmediğim kuzenlerimle tanıştım. Ne keyifli üç gündü. Değerdi çektiğimiz bazı sıkıntılara.
Pişmanlıklar yaşadım evet yaşıyorum. Pişman olacağım şeyleri inatla yapma dürtüsündeyim bu hiç değişmiyor.


Birde saksıda domateslerim oldu, minik minik..zaman zaman kopartıp yedik. Onların kızarmasını izlemek ne güzeldi. Ne tatlı bir mutluluk. Tüm domatesler büyüyüp kızardığında dalları kurudu. Her şeyin sonu varmış. Ve her şeyin zamanı. Bunu bilerek yaşamak gerekiyormuş. Muş. Muş.
1 ay değil sanki 1 sene uzak kalmışım evimden hatta burada hiç yaşamamışım.


Ve oss den 243 puan aldım. En az on yıldır sınava girmediğimi ve hiç çalışmadan bu puanı aldığımı düşünürsek gayet iyi bir sonuç. Kendimle ufak çaplı gurur duydum :)
Bugünlerde bir an önce yoğunlukların bitip ekim ayının sonbaharın gelmesini istiyorum. Hatta kışın..Kış kokusunu özledim. Özlemek güzel ama çok özlemek değil.
Dış dünyam normal görünürken iç dünyam tek kelime ile huzursuz..Şimdilik dilimin ucuna gelenler bunlar. Asıl gelmeyenler mesele..