28 Ekim 2008 Salı

işte bu..


Bir resimle yola çıktım. Alt hız limiti 120 ile..Ve kulağımda bu şarkı..living next door to alice..
Thelma ve Louis'deki gibi belkide, normal yaşamlarını bırakıp yollara düşmek..Geriye hiç dönmemek istedim. Yazdan kalma bir sonbahar havasında sarı şeritli bir yolda lacivert gökyüzü altında, olabildiğince yalın, hazırlıksız, öylece..Çok çok hızlı gitmeliyim ki yetişemesin kötü günler ve boğazıma dizili kalmış hayaller..
Müziğin sesini iyice açtım, dikiz aynasına baktım, arkamdan gelen hiç bir şey yok, önümde ise bilmediğim yollar..İlk benzinlikte durup tarçınlı çörek yiyip kahve içmek, cebimde ne kadar para olduğuna bakmak ve kırmızı bir diş fırçası almak istiyorum. Sonrasında yolun rahatını, huzurunu yaşamak, bir balıktan vede kuştan daha şanslı olduğumu düşünmek ve şansımı zorlamak bu yolda, her zaman yapmadığım gibi.
Meksika sınırını bir kez geçmiştim, yanımda kızım, en yakın arkadaşım ve minik oğlu ile. Bu defa yalnız başıma başka sınırlardan geçeceğim..Bu yolu bu şarkıyı çok sevdim, birde dönüşü olmamasını..
***Bu yolu kendime bir başkasınıda Aylin'e seçtim.Bir benzinlikte karşılaşırmıyız ki :)

14 Ekim 2008 Salı

beni duyacağını biliyorum..

Ters dönmüş bir kaplumbağanın debelenmesi çoğu kez komiktir yada belki acınası..
Peki ters dönmüş bir hayat nasıl görünür? Kaplumbağa kadar çabalamış olsa ters dönen hayat, acınası olmaktan ne kadar uzaklaşır..
Milyarlarca insandan kaçı istenerek dünya gelmiş olabilir ve emin ellerdedir mutlulukları..Ya istenmeyenler, yada istenip de neden istendiği bilinmeyenler..
Demir bebek, sen gel hadi, inan farklı değil senden diğer bebekler..
Sorumlu arama, biraz sağda biraz solda çokça ortada ama hepimiz aynı yerdeyiz.

Seni taşıyan anneyi ve taşıyacak şehri çok iyi tanıyorum. Bir zamanlar ikisi beni taşımıştı. Mutlu günlerim çoğunluktaydı o günler..
Sen gel, gerisi şimdi önemli değil, önemli olmaya başladığında, sen kendini taşıyor olacaksın..
Demir gibi gel, güçlü ama soğuk olma hayata..Ters dönmüş olsa da düzelir istedikten sonra.
Biliyorum, bize de kimse sormadı ama hala buradayız.
Sen gel, bir kadın güzelleşsin, gülümsemeyi öğrensin artık hayata..

11 Ekim 2008 Cumartesi

'nereye'

Minik, hediye paketini avucunda tuttu sıkıca. Paket, iyice eskimişti, uzun zamandır her çekip gitmek isteyişinde içini açıp ‘nereye varacağını özünden bilmediğin yola koyulma’ yazan kağıdı okuyordu. Yine okudu ama bu defa nereye varacağını özünden bilmediği bir yola koyulacaktı, kulağında aynı şarkı, dizlerine kadar uzanan gül kurusu atkısını doladı boynuna, iplerini bağlamayı sevmediği botlarını giydi ve en sevdiği kahverengi paltosunu, çıktı kapıdan.. iki kere kilitledi ardından, geri dönüp açacağından değil, olsa olsa alışkanlıktandı.

Bir an düşündü dönüp geri, sevdiği birkaç eşyasını almayı, alabileceği hiç bir şey olmadığını fark etti, tatlı bir anıdan başka..Küçük bir çocukla, sabahın erken saatlerinde eşyasız boş bir odada yerde karşılıklı oturup derme çatma bir kahvaltı yapmışlardı, kendilerinin olmadığı bir evde ve nereye gideceklerini bilemedikleri bir günde.

Dışarısı tahmininden soğuktu, elleri ceplerinde yürürken, rüzgar yüzünü yakıyor saçlarını savuruyordu. Cebinde ki kısa camel paketini fark etti. Geçen kıştan kalmış olmalıydı. Sigarasını tereddüt etmeden yaktı, oysa ne zamandır içmiyordu. Artık önemi yoktu, nasıl olsa bu gece daha önce yapmadığı bir çok şeyi yapmıştı. Sigara içmek hiç bu kadar keyifli ve ağrı kesici gibi olmamıştı, soğuk havanın buharıyla karışıyordu gri duman, üflüyordu buz gibi karanlığa.
Üzgündü, kırgındı, gözlerinde akamayan göz yaşlarının ağırlığı vardı, nede olsa üzüldüğünü hiç belli edemez, ağladığını kimseler göremezdi.


Hayatındaki tüm yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları, bir kaç keşkesini ve acı veren günlerini yol kenarındaki çöpe attı.
Biraz yürüdü, nereye gittiğini bilmeden. Ana yol bildik, sıkıcı ve gürültülüydü. Hemen kenardaki patikadan yürümek istedi. Huzurlu, göz almayan,taşlı topraklı birazda karanlıktı. Kaç kişi yürümüştü ve kaç kişinin izi kalmıştı o yolda önemi yoktu.
Önemli olan ne kadar güvenliydi..Peki, güven hangi gecenin güvensiz sabahına sinmişti de görünmek istemiyordu.
Yolun ortasında, üşüyerek bekledi. Tahminsiz bir süre..
Sonrasında NEREYE, gittiğini kimse görmedi. Gülkurusu atkısı yolun ortasında bırakmıştı.
Demek artık üşümüyordu..

***Öykü Atölyesi'nin fotoğrafın dili adlı çalışması için yazılmıştır..

9 Ekim 2008 Perşembe

sıradan bir sabah 4

Bu sıradan sabahta Aylin ile yine her zamanki sabah sohbetimizi yapıyorduk, bu sohbetlerimizde gün içinde neler yapacağımızı, dünden, geceden, ıvır zıvır ne varsa olayların kritiğini msn deki gülme ikonlarımız ve kahvelerimiz eşliğinde yaparız çoğu kez. Bu sabahta yoğun gündemimizi konuşurken :) power Türk'ü açsana dedi.. Ben tv de bulup açana kadar şarkı bitmiş, yabancı değil bizim Oğuzhan Koç 'gül ki sevgilim'i söylemiş.. Sonrasında sıradaki şarkı senin olsun dedi Yalın çıktı bana. Sonraki şarkı onundu Gökhan Özen çıktı, biz bu arada yorumlar yapıp gülüşüyoruz. Bir ara ayrıldık, tv bağlantımız olalı üç gün oldu acemice müzik kanallarını gezerken viva'da kaldım. O ne! bir anda büyüleyici bir ses ve gelinim olurmusun evindeki Caner'e benzettiğim bi şey gördüm :) Hemen Aylin'e çabuk vivayı aç Rafet el roman Virane diye bir şarkı söylüyor, ordaki çocuğa bak kim bu ya dedim :) Oda Rafet yeni keşfetmiş deyip bana bu bilgileri yolladı :)


24 yaşında. Aslen Trabzon’lu, Londra’da yaşıyor. Londra’da bir şirkette pazarlama müdürlüğü yapan 10 yıldır ailesiyle yaşayan Güney, 4 yıl önce Rafet El Roman ile Londra’da bir konserde tanışmasıyla hayatı değişti. O günden beri onlarca beste yapıp, Rafet El Roman’ın albüm teklifini almıştır.Yusuf Güney, artık hayatını çok sevdiği müzik ile kazanmaya başlamıştır. Rafet El Roman’ın vokalistliğini yapan Güney, yakın bir zamanda çıkaracağı albüm heyecanı ile uzun ve yorucu bir yola girmiş ve başarı ile ilerlemektedir. Güney, önümüzdeki aylarda İstanbul’a yerleşeceğini de belirtmiştir.

Heh ben niye keşfedememişim önce dedim :) Netten klibi bulup, ard arda izlemeye/dinlemeye başladık. Bir önceki takıntım için Oğuzhan ne oldu dedi Aylin, onun işi bitti dedim :)
Bu nasıl bir ses inanılmaz etkilendim, bayıldım, hatta bu kelimeler az kalır Aylin'e yazdıklarımın yanında :) Yalnız klip çok komik, iki adam teknede başbaşa bir tanede zavallı bi kızcağız ara sıra görünüp kendi kendine dans ediyor, akıllarınca estetik katsın diye koymuşlar hatunu ama iki adam çok daha estetik ve romantik görünüyor, kızın her hareketi, görünüşü baştan aşağı fiyasko, dayanamıyorum al şu kızı git Rafet çıkın klipten diyorum :) ikside lüzümsuz.. Birde motor sahnesi var çok ufak, hah işte orda o motorda ben olmalıydım diyorum, Aylinde evet tam senlik diyor :)

Aslında bu Yusuf Güney için, sesi için çokk şey yazabilirim ama, şimdi sadece dinlemeyi tercih ediyor ve fikirlerimi kendime ve Aylin'e saklıyorum :)
Kasım sonunda albümü çıkıyormuş, bekliyoruz efendim.
İşte klip, benim dışında herkes izlemiştir kesin, radyo ve tv takibim uzun zamandır olmadığı için hep geriden geliyorum. Bu defa üzüldüm bu duruma :) Şarkının ilk başında tek başına söylediği kısıma dikkat! Muhteşem..


İşte böyle sıradan bir sabah bu kliple ve ard arda yaptığımız espriler ve msn deki sesli kahkahalarımızla keyifli bir sabaha dönüşüverdi..Bu satırları yazarken dinlemeye devam ediyorum..Biri beni durdursun :))

7 Ekim 2008 Salı

ev ödevim

Ev ödevini yapmayan çocuk, bin bir mazeret bulamaz, ya canım istemedi yapmayı der, yada bir şey söyleyemez. Misafir geldi ve elektrikler kesildi ise büyüklerin yalanıdır ödevlerini yapmamalarının mazereti olarak.

Bugün ödevlerimi yapmak istemedim, ne misafir geldi, ne elektrikler kesildi, yalnızca her şeyi bir kenara atıp, yaslayıp sırtımı sıcak ve rahat bir yere film izlemek istedim, patates cipsi ve kola eşliğinde. Sıradan olmayan bir günde sıradan birkaç isteğime cevap vermezsem olmazdı. Aslında filmde sıradandı, bir kadın, iki çocuk, ne hikmetse köpek yoktu evlerinde, ha sonradan köy yolundaki hayvanları beslemeye gittiler. Çalan telefonlar, gelen luzumsuz kişiler, dibi tutan bir yemek, aspiratörün yorucu sesi ve daha bir çok gariplik arasında sit com vari bir evde geçen olaylardı.
Aslında filmi izlemekten çok, izlermiş gibi yapıp sıcak battaniye altında abur cubur atıştırıp, o yalıtılmış anların keyfini çıkarmaktı dileğim.


Ben bunları dilerken, birilerinin başı ağrıyordu, birileri tartışıyordu, birileri aşık oluyordu, birileri evden kaçıyordu, birileri mutsuzdu, birileri ton balıklı salata yiyiyordu, birileri Mısır’a tatile gitmeyi planlıyordu, birileri alışıyordu, birileri sorgudaydı, birileri cinayet işliyordu, birileri ölmüştü, birileri deniz kenarında bir ev düşlüyordu, birileri havaifişekler altında öpüşüyordu, birileri sarılıp barışıyordu, birileri aksi ve huysuzdu, birileri evine gidiyordu..birileri..
Uyuya kalmışım, film bitmiş, başımın ağrısı geçmiş bense galiba mutluydum, birileri tüm bunları yaşarken.

3 Ekim 2008 Cuma

Öykü'nün Öyküsü VII

Biraz uzun, biraz kısa, çokça umut ve özlem dolu zamanın ardından Suna’dan gelen ‘alacakaranlık’ başlıklı maili görünce şaşırmadı Hakan. Sadece o an dokunmuş gibi hissetti Suna’ya. Bir süre açamadı, ne yazdığından çok, yazmış olması umurundaydı ve bu başlık ile az çok anlamıştı Suna’nın içinde bulunduğu durumu. O zaten hep anlıyordu Suna’yı. Sevmek, anlamak değimliydi? Sıkmadan sarıp sarmalamak yada. Evet, öyleydi..

Hola, Mi Amor,
Muy tarde en la noche cuando todo el mundo duerme, me quedo aqui pensando en ti, y como quisiera que tú también estés pensando en mi..
(*Gecenin geç vaktinde bütün dünya uyurken, ben ayaktayım, seni düşünüyorum ve tıpkı senin de beni düşündüğünü bilerek)


Dört ayda ispanyolcayı, aşkımızın dilini unutacağımı düşünmedin her halde :) Hatta geçen ay bir tercüme bürosunda çalışmaya başladım, fazla yoğun bir yer değil, iş oldukça gidiyorum. Bunun dışında babamdan kalan evi sonunda satabildim ve beni oldukça rahatlattı. Balkonu şirin bir bahçeye bakan ufak bir daire tuttum. Zamanla daha iyi bir yere geçmeyi düşünyorum. Öykü hafta sonları benimle kalıyor, Çetin ile mücadelemiz çok çetin geçti :) Sanırım yakında evlenecek olmasıda bizim işimize geldi, kafasını meşgul ediyor :) Öykü, babasının evleneceği hanımdan hoşlanmış, güleryüzlü iyi biri olduğunu söylüyor, buda iyi bir haber öyle değil mi? Tabi o evde ne kadar süre güleryüzlü kalabileceğini allah bilir! Her şey yolunda giderse yarıyıl tatilinde, en kötü ihtimalle yazın bir süreliğine oraya gelmeyi istiyorum..Tabi Öykü ile birlikte :) Tabi kabul edersen :)

Evet gece ile gündüzün birleştiği yerdeyim ‘alacakaranlık’ta..Neden tüm bunları seneler evvel yapamadım diye hayıflanıyorum. Şimdi üzerimden dökülen parçaları toplamak hiç kolay olmuyor ve dahası sensiz kalmak. Çok sık aramayışımın, yazmayışımın nedeni asla senden vazgeçtiğim anlamına gelmiyor. Sadece, hayatımda ilk defa kendi ayaklarımın üstünde durmaya çalışıyorum, ve bu hayatta tek başına olduğunu hissettiğinde çok daha kolay oluyor. Diğer türlü, sürekli annesinden güç alan, en ufak bir şeyde mız mızlanan bir çocuktan farkım kalmayacak, senin ilgin ve şevkatin karşısında. Bırak büyüyeyim. Korkularımla tek başıma yüzleşeyim, bu arada beni hep sevdiğini, düşündüğünü ve beklediğini bileyim bu bana yeter.

Çetin ile yıllardan sonra ilk karşılaşmamız tesadüflerin en korkuncuydu. Ondan korktuğumu, içimdeki sarsıntıyı belli etmemek için çok uğraştım. Başarabildim mi bilmiyorum ancak sonrasında çok hastalandım. Bir süre kendime gelemedim, tüm bunları anlatıp seni de üzmek istemedim o günlerde. Bir kere daha onu görmeye tahammülüm olabileceğini sanmıyorum, yinede Öykü’ye belli etmiyorum. Bir süre sonra daha iyi anlayıp kabullenecek olup bitenleri. Ha unutmadan ona senden ve ‘Dulce’ den bahsettim, benim aksime Öykü kedileri çok seviyormuş, ne yalan söyleyim kıskanç Dulce’yi bile özledim.

Öykü, çok hassas ve çok yetenekli bir çocuk, okulunda da oldukça başarlı olduğunu öğrendim. Her şeye rağmen Çetin’e bir anlamda kızımı iyi yetiştirip ilgilendiği için borçluyum. Biraz içe kapanıklığı var ama bu şartlarda normal sanıyorum. Anne olmanın hazzını yaşıyorum ve beni bu kadar çabuk kabullenip benimsediği ve affettiği için çok şanslıyım bunun için şükrediyorum. Selvi ve Cihan’ı biliyorsun, onlarında büyük desteğini gördüm, bu yüzden Çetin ile araları limoni.
Ankara’yı sorarsan, bildiğin gibi ne çok telaşlı nede gamsız. Geçen gün kuğulara ekmek attım senin yerine ve salatadaki kızarmış peynirleri yedim, sevmediğim halde, sen seviyorsun diye..Belki bir gün tekrar gelirsin ve biz tekrar akşamdan sabaha yol alırız caddelerde ayaklarımız ağrıyana dek.
Şimdi monütörün yanında ki fotoğrafımıza bakıyorsundur, üçüncü fincan çayını içerken en az beşinci telefon konuşmanı yapıyorsundur, ve arsız perdeler uçuşuyordur odamızda. Balkon kapısını ört ceryanda kalma.
Biliyorum, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, artık seninle Madrid’te yaşamam olanaksız, Öykü’yü oraya getiremem ve onsuz da gelemem artık.

İçimden geçen binlerce kez teşekkür etmek sana. Gracias..Gracias..Gracias, mi amor. Herşey için..
Yine her zamanki gibi daldan dala atladım, aklıma geleni sırasını beklemeden yazdım. Neticede alışıksın buna, bak gülümsedin :)

Hasta la vista! Amigo..
SuNa..

..............................................
Yaz tatilinin son haftasıydı,
Elindeki kitabı yatağın üzerine bırakıp, çalan kapıyı açtı Suna.
_Siz Orhan Bey'in kızı Suna olmalısınız. Ben babanızın yanında stajyer avukat olarak çalışıyorum. Adım Çetin! dedi güzel gülüşlü genç adam..


Zaman kime sadık kalmış ki? Aldanışlarımız hep bundan..

BİTTİ