30 Mart 2008 Pazar

kadın milleti :)


AŞK İÇİN ÖLMELİ AŞK, O ZAMAN AŞK :))

29 Mart 2008 Cumartesi

no name

Yıllar önce benim için özel hatta kutsal olan resim atölyesinde yuvarlak bir masamız vardı, demini almamış çaya büsküvilerimizi batıra batıra yemiştik, şiir tadında sohbet eşliğinde..
Yeşildi kupalarımız, benimki açık yeşildi, hastalıklı bir yeşil gibiydi, yinede seviyordum..
Başka bir gün 'hadi yine o gün gibi çay ve büsküvi yiyelim ' dedik..
İyi demlenmemiş çay, yeşil kupalar, büsküvi, masa, biz, yerdeki boyalar, dışardan gelen sesler herşey aynıydı.. Ama o günkü tat yoktu..yedik yedik olmadı..konuşmaya çalıştık olmadı..

Güzel bir anı yine aynı güzellikte yaşayamayacağımızı öğrendim o gün. Ne yaparsan yap bir öncekinin aynısını yakalamak mümkün olmuyordu. O büsküvi tadı orada kalmıştı.

Tıpkı tatilde birine aşık olursun hani 'yaz aşkı' denir, yaşadığın yere döndüğünde adına..
Güneş aynıdır 'yaz aşkın' aynıdır ama tatildeki hissi bir türlü yakalayamazsın. Sanki düş bitmiştir, sen sen değilsindir o, o değil..
Hiç birlikte yüzmemiş, gece lunaparka gitmemiş, bilardo oynamamış, bar taburesinde sorduğu soruya cevap vermemiş, yıldızlara bakarken yakalanmamış, yaz sabahının ayazı açık kapıdan girip seni hasta etmemiş, sesin kısılmamış, yeşil küçük mandalinalar dalından koparılıp sana verildiğinde dünyanın en değerli mücevheri gibi cebine koymamışsındır..

Şimdi yüksek binaların arasında, alış veriş merkezinde veya bir pasajdaki kafede karşında oturan kişi o değildir..
Çünkü o kişiye anlam veren anlar oradaki 'yaz' da kalmıştır..istenilsede eski güzelliğiyle oradaki gibi asla yaşanamayacaktır..

Üstelememek gerekir..Anları rahat bırakmak..
Aynısı olsun diye çabalarken, büyüsünü bozmamak..
Sevdiğin şeyi orada bulduğun yerde bırakmak..
İlk gördüğündeki hissiyle birlikte..
Bir şehri sever gibi, sevsende bırakıp gitmek gibi..

27 Mart 2008 Perşembe

sıradan bir sabah 2

'Aynı kafe, aynı kahve. Nasıl oldun? iyimisin? ben diz boyu karda gri bir noktayım sanki'

.................................. mesaj gönderildi..........

Bu arada bugün buraya yazmak için bir şeyler yazıyorum....Mesaj gelir, o da ne 'selam yaarın cuma zebze geliyor haberiniz olsun..tırrrrttt market..
hoppala çık aradan :)

Hemen ardından beklediğim cevap gelir..
'Yanında bir kahve içerdim bende.. Moralim bozuk ama iyiyim. Mail attım sana kısa..Gözlerim şiş ama çıkmam lazım..'

ve devam eder mesajlar..

B: 'Benimde öyle bir kibritlik işi var moralimin yakalım gitsin :)
Kahveni söyledim yanında tarçınlı pulla şiş gözlere birebir :)
2 den 4 e evdeyim..'

A:' Tamam o saatlerde nete kaçarım hem kahve molam olur hemde biraz sohbet ederiz olur mu?'

B: 'Olur tabii, keşke yanyana olsaydık şimdi. Hatta kaçsaydık bebeleri jeepin arkasına atıp :) Sen sür ben konuşurum :)'

A: 'Tamam ;) emniyet kemerlerini bağla bebelerin, kendinide unutma ;) tehlikeli bir yolculuk bizi bekliyor, ........... bekle bizi ..............'dan geliyoruz.' ( noktalı yerleri ben montajladım ;)

B: 'Bugün böyle güleceğim aklıma gelmezdi. Fonda Rocky'nin müziği ( gerçekten:)) kemerler her daim takılı kask bile taktım. Ahmete mavi Elife lila bana turanj seninki leopardi ehuheuheu'

A: Üstümüzde yazlıklar;) altımızda şortlar Ahmet ve Elifte de mayolar :)
Dikkat sert bir viraja 180 le daldık, tutunun!! elinizdeki kolaları dökmeyin :)

B: Bebeler uyumuş, cd de İstanbul Attack sıccak mı sıccak :) tozu dumana kattın kimliğini aldınmı ilerde çevirme var bana kalırsa durma vakit kaybetmeyelim :)

A: Geçtik bile çevirmeyi,yanlız önümüze koydukları barikata çarptım! Arkamızdan polis otosu geliyor, tam gaz devam durmuycam, sen sıkı tutunmaya ve hayal etmeye devam et

B: Aynasızlara aynadan bakıyorum pek ciddi görünüyorlar bizde rav 4 var onlardaki araç tanımlanamayan bir cisim ehuheuheu bas gaza ilerdeki tali yola gir fonda macarena :)

A: Ben yola saptım fakat benzin ibresi neredeyse sıfırı göstermekte, Elif acıkmış bide :)

B: Neyseki acıkmış tuvaleti gelmeden Meksika sınırını geçelim orada bildiğim bir yer var tortillalı bir şeyler yeriz. Aynasızları göremiyorum ya sen :)

A: Atlatmışız neyseki, dediğin mekanda pizza varsa bana uyar, benzinde alırız, yorucu ama keyifli bir yolculuk oldu şimdiye kadar yardımcı kaptan olarak iyiydin :)

B: İtalyada değiliz Meksikadayız pizzayı tavsiye etmem :) Benzinci çocuğa baksana Ricky Martine benzemiyormu :)
Bu arada eve girmek üzereyim :)

A: Tamam ben temizliğe başladım, moladayız :) bu arada benzinci çocuğu bırak ..................... hatırladınmı :) ehuheuheu....................... dıtdırırıtdıdıt montajjj dıttt :)

Yaklaşık iki buçuk saate yayıldı mesajlaşmamız.. Evet sıradan bir sabahtı, evet ikimizinde keyfi pek yerinde değildi..Bazen bir şeylerin hayalini kurmak gerçekten yaşamaktan bile keyifli oluyor..Heleki aynı frekansta olduğun bazen konuşmadan bile anlaştığın bir dostunuz olursa..

Dosttan izin alınmıştır mesajları buraya yazılırken, bakalım kahramanlarımızı bundan sonra nasıl bir macera bekliyor :))

not: Akılıma teyzem geldi şimdi bunları okusa ' vah vah nerelere gidiyor kocaların paraları' derdı :)))

ben ne derdim , şükretsinler ki hayalini kuruyoruz ehuheuheu :))


25 Mart 2008 Salı

kelime oyunları / hazırlık

Hazırlık yapmadan çıkacaksın yola
Almayacaksın yanına çantanı ve doldurmayacaksın içine
sevdiğin eşyaları..
Öylece çıkacaksın, olduğun gibi.
Bir tişort, bir kot, bir bot ve tabi şapkanla
saat bile olmadan kolunda..
Hazırlıksız çıkacaksın yola
Sanki bir yere gitmiyormuşsun gibi
Her an dönecekmişsin gibi..
Öyle çıkacaksın ki
Yarı yolda kaldığında
Yükün ağır, dönüşün zor olmasın..
Bir koşu marketten geliyormuşçasına
Bir ekmek bir süt almış
Hiç yarıyolda kalmamış gibi
Dönmelisin..
Sevdiğin eşyalarına.

Berrin 'deniz'

23 Mart 2008 Pazar

yeni bir mim / harflerin çağrıştırdıkları

Sevgili Aylin'den keyifli bir mim gelmiş. Harfleri masaya yatırıp bana ilk çağrıştırdıklarını yazacağım.. Bende merak ediyorum neler çıkacak..

A: Ankara ( 1 haziran)
B: Banadair_ Berrin..
C: Cam, camdan kalp..
Ç: Çizim, düşsel rahatlama..
D: Deniz, iç deniz..
E: Elif
F: Forever FENERBAHÇE
G: Gemi
Ğ: nedense yağ geliyor aklıma :)
H: Hatırla Sevgili, off ki off :)
I: Islık, severim..
İ: İlhan Mansız'la birbuçuk İskender arasında tereddütte kaldım :)
J: Jet'aime.
K: Kanarya :)
L: Lazca..
M: Mutluluk, vazoda üç gül..
N: Neden?
O: Okul
Ö: Özgürlük, içimde!
P: Pegasus, kanatlı at..zamanında yaptırmak istediğim dövme, şimdiden sonra kıyametin kopmasına neden olacak olan :P
R: Resim, geçmişe özlem..
S: Serenat, hoş olsa gerek :)
Ş: Şiir, dokunmak..
T: Türkiye...............
U: Uzaklar..
Ü: Ütü, sevmem..
V: Veda, sevmem..
Y: Yağmur, severim..
Z: Zaman, dursun!

Harfler püstüklü mama ve bridget jones'ta..

22 Mart 2008 Cumartesi

kolera günlerinde aşk

'love in the time of cholera' Kolera Günlerinde Aşk..

'Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film, terk edilmiş bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayarak yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsünü anlatıyor' diye tanımlanmış film..Künyesini ve detayları
buradan okuyabilirsiniz.
Dram-romantik türündeki filmin konusu kısaca şöyle: “Florentino Ariza (Javier Bardem) romantik ve şair ruhlu bir telgraf memurudur. Zengin bir tüccarın kızı olan Fermina Daza’yı (Giovanna Mezzogiorno) gördüğü anda hayatının aşkını bulduğunu anlar. Peş peşe yazdığı tutku dolu aşk mektuplarıyla genç kızın yüreğinde kıpırtılar uyandırmayı başarır. Ancak genç kızın tüccar babası (John Leguizamo) bu ilişkiyi öğrenince öfkeye kapılır ve onları sonsuza kadar ayırmaya yemin eder. Fermina, seçkin bir aristokrat olan Dr. Juvenal Urbino (Benjamin Bratt) evlenir. Juvenal bölgeyi esrarengiz bir şekilde kuşatan kolera hastalığıyla baş etmek için düzen ve ilaç getiren bir doktordur. Evlendikten sonra eşini Paris’e götürür ve uzun yıllar boyunca orada yaşarlar. Sonunda Cartagena’ya geri döndüklerinde Fermina ilk aşkını çoktan unutmuş gibi görünür. Ancak Florentino aslında ilk aşkını hiçbir zaman unutmamıştır. Florentino, artık gemi sahibi varlıklı bir erkektir ve hala Fermina’nın aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Kalbi sabırlıdır ve hayatının kadınıyla yeniden bir arada olma fırsatı için ömür boyu bekleyecektir.”

53 yıl, 7 ay, 11 gün ve gece hayatına sayısız kadın girsede yinede zengin bir tüccarın kızı olan Fermina Daza'dan vazgeçememesi aşk mı saplantımı yoruma açık. Ben filmin finalinden sonra aşk olduğunu düşündüm. Filmi izlerken biraz daha hızlansa diye düşünsemde sonunda izlediğime değdiğini hissettiğim dolu dolu bir duygu kapladı içimi...
Ayrıca kitabını alıp okumanın da ayrı bir keyif olacağını düşünüyorum. Filmin müzikleri Antonio Pinto ile Shakira'ya ait.
Müzikleri filmden daha da etkileyici..




'53 yıl 7 ay 11 gün vazgeçemediğimi en sonunda kalbim tamamlamıştı. Ve memnuniyetle keşfettim ki sınırları olmayan şey ölüm değil yaşamdı'


18 Mart 2008 Salı

mim / çocuk istismarı

Mimleyen Goddes Artemis
Konusu: * Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şarkı ve şu anda dinlediğinizde hissettirdikleri.
*Çocuk istismarıyla ilgili banner
*'Çocuk istismarını durdurun' sloganının yazıda geçmesi.

Çocukluğumdan hatırladığım ilk şarkı, Eski Dostlar..

Unutulmuş birer birer eski dostlar, eski dostlar
Ne bir selâm, ne bir haber eski dostlar, eski dostlar
Hayâl meyâl düşler gibi uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi eski dostlar, eski dostlar

Benim henüz okula gitmediğim, ablam ve abimin okulda olduğu saatlerde radyoda çalardı sıklıkla.. Ne hissettirdiğini tam olarak bilmiyorum ama kötü şeyler değil.

doctus
Yukarıda gördüğünüz resmin banner kodunu
bu linkte bulabilirsiniz.
Vikipedi 'nden aldığım bilgiye göre Dünya Sağlık Örgütü
çocuk istismarını şöyle tanımlar: "Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek tüm davranışlar çocuğa kötü muameledir."
İstirmarın Türleri:
*fiziksel
*cinsel
*duygusal
*bilerek zarar verme olarak ayrılıyor.

Her ne şekilde olursa olsun istismara uğrayan çocuğun, ileride istismar eden kişi olma olasılığının yüksek olduğunu düşünüyorum.
Kendini savunamayacak, hakkını arayamayacak yada ne yaptığını bilemeyecek yaştaki çocukları ,insanlığa yakışmayacak şekilde kullananlardan ciddi anlamda hesap sorulması gerekir.
'ÇOCUK İSTİSMARINI DURDURUN! DURDURALIM'
Bırakın tohumlarımız özgürce, huzurla, güvenle yeşersin. Minik fidanları kırmayalım.
Geleceğimizi öldürmeyelim..

Bu duyarlılık gerektirern mim konusunu
yaşamınkıyısında , etki alanı ve çocukla çocuk'a yönlendiriyorum..


Bu şarkıyı dinleyince içim felaket buruldu.. Sezen Aksu'dan 'çocuk'..


KİRLİ BİR YORGAN GİBİ ÖRTME ÜSTÜMÜZÜ
SEN HİÇ ÇOCUK OLMADIN MI, TERTEMİZ DOĞMADIN MI HAYAT...

Berrin'den'iz'

17 Mart 2008 Pazartesi

kelime oyunları / sürgün & vurgun

Burada geçireceğimiz iki gün sana çoook iyi gelecek. Doktor, sevdiği onu mutlu edecek şeyleri yapın deyince hemen aklıma burası geldi... Deniz, yosun kokusu, uzaktan gelen martı çığlıklarını seversin sen. Hem akşam üstü Kelebek ve Beraylar da gelecek. Gitarınıda getir dedim 'hatırla sevgili' yi çaldırırız, üstüne birde 'mahur beste'yi söyledik mi değme keyfimize..

Bu hafta sonunu senin için tertipledik ama banada yarayacağı kesin. Bak şimdiden içim içime sığmıyor, şu havanın güzelliğine, güneşin suyun üstünde sakince uyumasına bak, hele şu kuşlara bayram çocukları gibiler..
Çok mutluyum çok!
Sende mutlusun, olacaksın biliyorum..
Tüm bunları sessizce dinliyordu Maribel, üzerinde oturdukları kayadan farksızdı..

Oturdukları yere geldiklerinde nokta kadar olan balıkçı teknesi şimdi gürültülü sesiyle yanlarına kadar gelmişti..
'Çocuklar!' diye seslendi teknedeki yaşlı balıkçı. 'Cennetimize hoşgeldiniz, nerelerden geldiniz buraya?'
'Hoşbulduk, Ankara'dan geldik. Ama yabancı sayılmayız, dayımların yazlığı az ileride hafta sonu için geldik'
Yaşlı balıkçı tekneden atlayıp yanlarına geldi, elinde bir kova, kovada capcanlı pırıl pırıl balıklar vardı.
'Bugün balık bol, bunlarda sizin kısmetinizmiş, afiyetle yersiniz' dedi
'aa harika, akşama arkadaşlarda gelecekti, çok makbule geçti teşekkür ederiz' dedim..

Yaşlı balıkçı gözü ile Maribel'i işaret edip nesi var? hasta mı? diye sordu..
'Nesi olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Az uyuyor, az konuşuyor, az yiyiyor, eski neşesinden eser kalmadı, birden bire oldu hiç bir şey anlamadık'
'Sanki bu dünyada değil, bitkiden farksız'
'Ona değişiklik olsun diye geldik ama işe yarayacakmı bilemiyorum' dedim..

Balıkçı hafifçe kaşlarını çatarak 'vurgun yemek' ne demek bilirmisin? diye sordu.
'Suyun altındaki basınçla alakalı olduğunu biliyorum, ani basınç değişikliğiyle bilinç kaybı hatta ölümle sonuçlanıyor sanırım'
Evet kısmen doğru, hiç bir gereç kullanmadan 30 m derine indiğinde, kalp atışları hızlanır, vücut ısısı düşer, bilinçte bulanıklık, felç yada ölüm gerçekleşebilir. Vurgun yememek için suyun üstüne yavaş ve belirli aralıklarla çıkmalısın'
'Ayrıca vurgun yiyenleri hemen basınç odalarına alırlar ve vurgun yediği basınç tekrar verilir, dengeli olarak azaltılır.Bir başka önlemde vurgun yiyeni tekrar aynı derinliğe indirmektir'
'Şimdi bu ihtiyar neden bana bunları anlatıyor diye düşündüğüne eminim' dedi gülümseyerek.
Gülümseyerek karşılık verdim..
'Nedeni şu, benim anladığım kadarıyla arkadaşın bir çeşit vurgun yemiş, yüzündeki ve yüreğindeki çocuksuluk, doğallık indiği derinlikte onu korumaya yetmemiş. Bilmediği sularda kaldıramayacağı derinliklere inmiş, sonuç bu'
Hayretle ihtiyarın söylediklerini dinliyordum, ve biliyordum ki tek dinleyen ben değildim..
'E peki ne yapmalı, nasıl eski haline gelecek?'
'Az önce dediğim gibi' diyerek söze başladı..
'Vurgundan kurtulması için yine indiği eski derinliğe inmeli, bu sefer daha dikkatli ve güçlü olmalı, karşılaşacağı şeyleri önceden kestirmeli, orada bağışlamayı öğrenmeli, bir çember düşün çemberi daralta daralta bağışlayacak, en son merkezinde kendisini bulacak, kendisinide bağışladığında ki en zor kısmı bu, ondan sonra acele etmeden yavaş yavaş su yüzüne çıkacak, vurgun bitecek'
'Tüm hapsettikleri kendi de dahil özgür kalacak' dedi..Bir süre sessiz kalındı. İhtiyarın söylediklerini zihin süzgecimden geçiriyorken,
Maribel'in sakin ve yorgun sesini duydum..
'Balıklar, balıkları denize geri dökermisiniz?' dedi..
İnce, solgun, sevimli yüzü bu kez ne istediğini biliyor gibiydi.
Yaşlı balıkçının tüm söylediklerini dinlemişti Maribel. O ana kadar kimse bağışlamaktan söz etmemişti Maribel'e, kimsenin yapamadığını yapmıştı ihtiyar..
Dönüp balıkçıya baktım, başıyla onaylıyordu hafif tebessümle.
Döktüm balıkları..
Maribel bağışlamaya balıklardan başlamıştı.

* Maribel banadairlerimi içinde biriktirdiğim şeker kavanozumun adı.

14 Mart 2008 Cuma

bizden..

Geçen hafta müthiş kar yağdı.
Okul çıkışı kızakla kayarak, bol bol yuvarlanarak keyifli anlar yaşadık, eve gitmeden önce bu seneki kıştan hatıra kalsın diye bu kar kaplumbağasını yaptık..Minik fokun bir süre önce topladığı ve çantamızda duran palamutlar o gün işe yaradı ve kaplumbağamıza göz ,ağız yaptık, boynundaki ipide kapşonundan çıkartıp taktık, bu arada kaplumbağa çoktan doğanın geri dönüşüm kutusuna atıldı bile :)

Bir kaç gün sonra tüm karlar eridi, bahar bayramına (paskalya) bir hafta kalmasına rağmen kışın dondurucu soğuğu devam ediyor..
Aşağıdaki resimlerde minik foka ait. Önce çizmiş sonra kesip tekrar kağıt üzerine yapıştırmış.


Burada kendini çizmiş pembe kaskı başında buz pateni yaparken, yeşiller pantalon değil çorapmış, öyle söyledi :)

Diğer çizim de bana ait. Dün gece çizdim. Hala ayrıntılarla boğuşup, bütünden parçaya gidemeyişimin göstergesi..

Sonuncu mavi fotografta bu akşam çektiğim, arka bahçemizden bir kare..Tıpkı bir kartpostalı andırıyor. Yoğun sis ve mavi vardı, neresi deniz neresi gökyüzü anlaşılmıyordu, fonda karga sesleriyle korku filmlerini andıran ve haz veren..

13 Mart 2008 Perşembe

olur ya, bir gün..

Hiç duymadığım şarkılar dinlemek istiyorum.
Sıfır kilometre..
Hiç bir zamanı, hiç bir yeri hatırlatmayan..
Hiç bilmediğim, bir birine benzemeyen, sahibinden cümleler okumak,
okudukça kimseyi hatırlatmasın istiyorum.
Tüm renklerden farklı bir renk bulmak,
Ana renkler gibi sabit
Ara renkler gibi karışık
Siyah gibi baskın
Beyaz gibi sakin olmayan..
Hiç hissetmediğim gibi hissetmek,
Güneşe yakın
Düne uzak olsun istiyorum.
Ve gerçek.

Berrin 'deniz'
13.03.08

12 Mart 2008 Çarşamba

mim'sel

Sevgili Arkadaşım Birgül (mucize) sık ziyaret ettiği bloglar ve onlarla ilgili düşüncelerini bir kaç kelamla anlattığı mim'inde benden de bahsetmiş ve aynı konuyu kendi sayfamızda cevaplamamızı istemiş. Teşekkür edip cevaplıyorum..

Benim sık ziyaret ettiğim bloglar 'her gün bir ölçek' başlığı ile yan tarafta listelenmiş şekilde. Mümkün mertebe hepsine göz atmaya çalışıyorum hergün.Bunların dışında listede olmayan ama bir o kadar daha, arasıra olmak kaydıyla takip ettiğim hoşuma giden blog var, ayrı bir dosyada tuttuğum..
Buraya az vaktim dahi olsa her gün kesin baktığım blogları ekliyorum, isimleri geçenler cevap haklarını kullanıp aynı konuyu bloglarına taşıyabilirler, isterlerse..(zaten mimde bunun için)
Şimdiden teşekkür ediyorum..

Birgül (mucize)'nin bloğuna her ne kadar son günlerde kasvet bulutları çökmüş olsada, çoğu zaman sayfasının dizaynı ve fon müziklerinde huzuru yakalıyorum, diğer çizim bloğu ise her baktığımda beni dürtüyor çizim paleti alıp çizmeye başlamam konusunda, renklerle oynamasını ve iç dünyasını çizgilerine aksettirmesini seviyorum..

Aylin (tatlışurubum) kendisi zaten yüzyüze de tanıştığım ev arkadaşım diyecek kadar yakın olduğum, gün içinde en çok güldüğüm, en çok parmaklarımı çalıştırdığım kişi. Bloğundaki enerjiyi haydee hoplarını ve ehuehuheu diye gülüşünü sevdiğim, özellikle şu anda fonunda çalan şarkı 'disco partizane' için günde en az bir kaç defa girdiğim tatlı bir şuruptur bloğu..

Stickman uzun süredir takip ettiğim, başından geçen olayları sanki yaşıyormuşçasına okuyup, yazdıklarına zaman zaman sesli olarak güldüğüm, anlattıklarını kendi çizimleriyle destekleyip daha sempatik hale getiren beyaz zencidir kendisi. Bir süredir bloğunu içinde bulunduğu durumdan dolayı duygusala bağlamış durumda. Daha ziyade yorumsuz olarak takip edip, eski neşeli yazılarını yazmasını ve dünyaya dönmesini bekliyorum.

Anahtar yazdığı ve devam ettireceği kısa bir hikaye başlangıcıyla tanıyıp takip etmeye başladığım, hikaye ikinci bölümde askıda kalsada takibi bırakmadığım, güncel ve bazen ilginç konulara değinen, Amerika'da ki kız arkadaşının okuması için yazdıklarını ayrıca ingilizceye çevirmesi hoşuma giden ve blogroll listesinin online oluşunu sevdiğim..Listesinden de bir kaç yere atlamayı ihmal etmiyorum zamanım oldukça..

Mahallenindelisi bir dönem hayatımız neredeyse paralel gitmişti. O boyunluk takarken ben aynı bölgeden kas spazmı geçirdim, mr a girmeden önceki stresimi ve sonrasını blog yorumlarımızla paylaştığım aklı başında bir deli. Benzer yönlerimiz çok, o da kova burcu ve zekasını, yaklaşımlarını, yorumlarını beğeniyorum, bloğu daha ziyade günlük tarzında, kırmızı ona daha çok yakışsa da o maviyi seviyor.

11 Mart 2008 Salı

sıradan bir sabah

_Anne 'ölmek ne demek?'
_Daha önce söylemiştim ya 'uzun süre uyumak' demek.
_ 'Ne zaman uyanır ölenler'
_'Hiç bir zaman'
_'Ama ben uyumayı sevmiyorum'
_ 'pekiii herkes kutuylamı gömülüyor'
_'Herkes kutuya giriyor, ama nasıl isterse öyle gömülüyor'
_ 'sen nasıl gömüleceksin?
'_ 'Kutusuz'..
_'Kumsalamı gömülürler'
_ 'Hayır normal bahçe toprağına'

_'Hadi şimdi bunları bırakalım, Margaut çoktan hazırlanmıştır, ondan önce gidelim okula'
_'Mor eteğini giymek istermisin?'
....................................................................

__Aaa anne Olle'ler ..
__Olle kim? Hani nerede?
__Sınıftan arkadaşım, ordalar durağa gidiyorlar..
__Aynı yerde oturuyormuşuz şansa bak..
Otobüse binilir selam verilir, okul çıkışlarında sürekli karşılaştığım biri ama ilk defa konuşacağız.. Klasik ilk soru gelir, kızınız kaç yaşında?
_dört buçuk
Buradamı oturuyorsunuz diye sorar
_Evet 22 D'de
Beklenen soru gelir, where are you from? :))
I come from Turkey demek istemiyorum genellikle, turkey aynı zamanda hindi anlamına geldiği için hoşuma gitmiyor hemen fincesini söylüyorum..from Turkki :)

ehuehuheu geçen sene ordaydık diyor..
yaa ne güzel neresinde :)
Bodrum, Marmaris diyor, tekne turundan bahsediyor, çok güzeldi diyor..
Evet güzeldir diyorum..Raki şiş kebapta yedinizmi diye sorasım var ama sormuyorum :) Sanki her yerini biliyormuş gibi Türkiye'de hangi şehirde yaşıyordunuz diyor?
Ankara diyorum, saniyede elli havaifişek patlıyor o an göz bebeklerimde..
Yine biliyormuş gibi kafa sallıyor, İstanbul desem hemen atlar ama :))

Neyse bizden bir durak önce iniyorlar..Marmarise henüz kendimin bile gitmediğini ama buradakilerin tatillerini Türkiye'de geçireceklerse ilk tercihlerinin Marmaris olduğunu düşünüyorum, daha önceki verilerime dayanarak..
Sonrasında, Minik Fok __ Ben senden daha iyi ingilizce konuşuyorum diyor bana :)
__ aa nesi varmış bak gül gibi anlaştık diyorum ve yine teşfik olsun diye,
__tabii sen benden daha iyi konuşuyorsun, bir şey demedik diyorum :)

Minik foku okula bırakıp, her zamanki kafeye gidiyorum. Yine tanıdık simalar, tek mekanda çekilmiş iyi bir sitcom çıkar buradan..Yada bizimkiler dizisine benzer bir dizi..Hani filmlerde adam bara girer ve her zamankinden ver jack der ya, benim söylememe bile gerek kalmıyor, selamlaşıp gülümsüyoruz kahvemi alıp geçiyorum her zaman ki masama..Laptoplu adam ve geçen bölümde benden nasibini alan güzelcede yine aynanın karşısındaki masada yerini almış. Ya hayret birşey hakikaten hasta bu kız diyorum :) kendi kendime..Gözü sürekli aynada, sürekli ruj tazeliyor, saçlarını bir sağa bir sola atıyor..Saçları boya, hemde siyah.Herkes olmayanı istermiş, bizde herkes yana yana sarıya boyatıyor burada da tam tersi..

Laptoplı adam bugün pek ciddi, ilk gördüğümde yanımda minik fokta vardı sıcak çikolatasını içiyordu, adamın masasından hebele hübele sesler geliyor, ilk önce anlamadım kimle konuştuğunu çünkü yalnızdı, ama nasıl keyifli puahhahhahha diye kahkalar atıyor, karşısındaki erkek arkadaşının sesi laptoptan olduğu gibi kafenin içine yayılıyor, düşünüyorum erkeklerde böyle dakikalarca hemcinsiyle gülüşürmü? Gülüşürse neye gülerler soluksuz, ilginç geliyor.. Kafamı kaldırınca ne göreyim, adam laptopu almıs havaya kaldırmış kafenin içini gösteriyor arkadaşına. Hey allahım dedim, okadar gülüştüler şimdi nerede olduğunu ıspatlıyor demekki :) Minik fok ve benim olduğum masayı çekerken el salladık hei, hei! diyerek :)) O günden sonra defalarca gördüm bu adamı aynı kafede..Borsacı tiplimi desem , finans işleriyle uğraşan bir tipi var kırk kırbeş yaşlarında takım elbiseli normal biri :)

O sırada Türkiye'nin tanıtım reklamı resmini taşıyan bir taksi geçiyor caddeden, son üç dört aydır her yerde var bu taksilerden ..Turizm Bakanlığı'nı kutlamak gerekir. Başarılı bir operasyon gerçekleştirip toplu taşım araçlarına ve taksilere Azra Akın'ın güzel dişli, sevimli yüzü ve Efes, Peri bacaları, harika deniz manzaralı bir resim eşliğinde tanıtımımız gerçekleştiriliyor.Ekleyeceğim fotografı zor şartlarda zoomlayarak 2 megapixellik cep telefonu kameramla çektim. Aslında sürekli görüyorum ama durdurupta 'Ben Türküm, memleketimin bir fotografını çekebilirmiyim' diyemiyorum :) Şöförün ' bu ne manyak, bune garip, bune bohem hayat' deme ihtimalini düşünerek :))

Azra Akın'dan daha iyi bir yüz benimde aklıma gelmedi Türkiye'yi temsil edecek. O bir, ben iki ehuehuheu daha ne olsun :)) Yanına birde erkek temsilci olsa ne iyi olurmuş, ilk aklıma gelen tabiki İlhan Mansız oldu ama ikisi yanyana gelince uzak doğuda bir ülke sanabilirlerdi, en iyisi Kenan İmirzalıoğlu yakışırdı tipik Türk erkeği olarak, rezervasyon patlaması olurdu belki :)kara kaş kara göz daha ne olsun, onun müsfettesi olamayacaklar prim yapıyor burada akıl alır gibi değil. Kadın milletini anlamak zor. Daha doğrusu yabancı kadınları anlamak daha zor. (erkekler konusunda)

Bugünle ilgili yazacaklarım bitmedi ama saat 01:30 olmuş ve artık kafamı toparlayamıyorum..devamı daha sonra :)

10 Mart 2008 Pazartesi

hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde


Denizin siyahlığı, buz gibi bir hava üşüyen çorapsız ayaklarım, akıl almaz bir sessizlik, sadece uzaklardan gelen rüzgarla birlikte ses çıkaran bir çandı duyduğum.

Neredeyse bu fotografla birebirdi yaşadığım, tek farkı üzerimde montumun ve beremin olmasıydı.

Hiç bir şey düşünemeyip inceldiği yerden kopsun hallerimdeyken hep üşümeyi seçiyorum, bu bir nevi kendimi cezalandırma mı bilemiyorum.

Buz gibi havada incecik giyinmek, yağmura fırtınaya aldırış etmeden ellerim ceplerimde dolaşmak.

Evimin yanan ışıklarına uzaktan bakmak. Bu ne tuhaf ve acı bir duygudur.


Bu gece hissettiğim diğer bir histe çok sevdiğin bir şeyin avuçlarının arasından kayıp gitmesini göz göre göre seyretmenin yapacak hiç bir şey olmadığını bilmenin verdiği üzüntüydü.
Bazen kapkaranlık dalgalı buz gibi bir denizin sularına kendimi bırakmak nasıl olurdu diye düşünüyorum, biraz ürperiyorum.Ne kadar süre çırpınacağımı ve suyun ne kadar soğuk olabileceğini hayal ediyorum.



24.12.07


Benzer hisler bu gece de kapımı çaldı. Ama açmadım..

9 Mart 2008 Pazar

kulaktan kalbe

Face Book'la yakından uzaktan bir ilişkim olmadı, olmamasını ben istedim. Açıkçası birde oraya el atmayalım dedim, ayrıca geçmişten birilerini bulmak yada beni birilerinin bulması çok da heyecanlı gelmedi ve tabi zaman ayırma meseleside var. Her neyse, yinede ucundan kıyısından yakaladı benide bu meret. Ortaokul ve lise yıllarımın en önemli şahsiyetlerinden, çok şeyi paylaştığımız, sevdiğim zaman zaman rüyalarıma giren bir arkadaşım ablam sayesinde bağlantı kurup beni buldu. Aslında iyide oldu her zaman aklımın bir köşesinde duran biriydi, son günlerde ısınma turlarındayız, fotograflar ve görüşmediğimiz sekiz senede yaşananlara dair..

Bu sabah mailimde gördüm bu yazıyı, arkadaşım yollamış..
İclal Aydın'ı çok sevmem ama güzel yazmış demiş.

(Tuna kremitçi-iclal aydın evlenmişti 5 ay önce boşandılar adam, ayrıldığı karısına döndü kadın köşesinde aşağıdaki yazıyı yazmış süper..) Diye başlıyor yazı..

İclal Aydın'dan...
Kulağımın içi kaşınıyor. Felaket. Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor. Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor. "Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor. Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye.
''N'oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum.
"Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!
"bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."
Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.
Şaşırıyorum önce.
"İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"
"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor."Nasıl yani?" diyorum."Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor."Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana. Biraz irkiliyorum.
"Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan.
"Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum. Küçücük bir şey gibi gözüküyor.
"Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş? Hangi yalan peki?" diyorum.
"Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım. Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız.
"Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün. Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hálá anlamıyor...

Yakında kalbi de anlar. Nedense herşey olup biter kalp en son anlayan olur, sabit fikirlidir kalpler..Bazen vura vura anlatmak gerekebilir gerçekleri..Tabi vuruş mesafesini ve şiddetini iyi ayarlamak gerekir, gerçekleri anlasın derken paramparçada edebiliriz kalbimi, kalbini, kalplerimizi..

Yalan kulağa kaçınca sadece kaşıntı yapsa ne ala, bazı yalanlar şiddetli ağrı yapar, sabahlara kadar zonklar kulağının içinde.
Ve cımbızla çekip çıkarttığında küçük bir tüpe sığmayacak kadar çoktur bu cılız sesli yalanlar..
Dudaktan kalbe yol vardır ama kulaktan kalbe olan yol kapalıdır.
Kulaktan yalanı bir cımbızla çekebilirsin ama, kalbe bir dövme gibi derinlemesine nüfuz etmiş olanları temizlemek oldukça meşakatlidir.Neyse şanslıysak kulağımız değil ama kalbimiz yalanlara sağırdır.
Şanssızsak da gözüne güneş gözlüğünü takarız kalbimizin,elinede meyve kokteyli uzansın dursun kumsalda, bakınsın etrafa avutsun kendini :)
Gözünü açıp, kulağını tıkamayı öğrensin..

Arkadaşımın yolladığı maile ilk paragrafta yazdıklarımı cevap olarak yolladım..
Muhtemelen 'hiç değişmemişsin' diye cevap gelecek..

7 Mart 2008 Cuma

ALOHA







Yazıyı eklemiş olduğum müzikle okursanız kana karışması daha hızlı oluyor :)

Her şeyden uzak muhteşem bir tropik adada güneşten ıstakoz gibi kavrulmuşum, o sıra denize girsem 'coss' diye ses çıkacak. Elimde ananas kabuğunun içine doldurulmuş meyve kokteyli en şemsiyelisinden. Sörf yapanlar, dalga sesleri ve neşeli kahkahalar, Hawaii şortlu Ricky Martin tipli gençler :) Beyaz dişli esmer ada yerlisi kızlar...
Biraz uzaktan gelen bu müzik, daha iyi bir yerde olamazdım.
Daha fazla kavrulmadan nilüferlerle kaplı havuzumuzun da olduğu odamıza çıkıyoruz. Cep telefonumda birkaç çağrı ve birikmiş mesajlar görüyorum hemen kapatıyorum. Gece ne giyeceğimizi konuşuyoruz masaj koltuklarındayken.
Harika bir akşam yemeği yiyiyoruz havuz başında, her yerde mumlar var. Otel müdürü masamıza geliyor ve memnuniyetlerimizi duymaktan hoşnut şekilde ayrılıyor yanımızdan. Arkasından adaya has meyvelerden oluşan bir sepet ve özel bir içki geliyor. Güneşten pembeleşmiş yüzlerimiz, ılık esen rüzgar, dinlendirici tropik ezgiler..
Sonrasında plajda düzenlenecek hoş geldiniz partisine gidiyoruz, buraya beraber geldiğim yakın arkadaşım Aylin'le..
Ortada yanan dev ateş, hoş müzikler, misafirleri sırayla dansa kaldıran gençler. Ters çevrilmiş kanoların üstünde oturuyoruz. Çeşitli oyunlarla geceye renk katıyorlar, dansa kalkması istenen kişiye ışık tutuluyor.O sırada bronzlaşmış tenlere beyaz rengin ne kadar yakıştığını konuşarak gülüşüyoruz ve kolumdaki iri kırmızı bileziklerimin ayak bileğimdeki denizkabuklu bileklikle uyumlu durup durmadığını düşünürken, bana doğru yöneltilen ışık gözlerimi alıyor. Şarkıda eşlik edebildiğim tek yer 'çiki çiki çikita' kısmını söyleyerek ayağa kalkıyorum. Boynumda renkli çiçekler ışık gözümün içine iyice giriyor o an bir ses
___ "anneeeeeeeeee sabah olduuu hadi uyann" diyor elindeki el fenerini gözümün içine içine tutarak :)
Tek gözümü açıyorum karşımda kızım gözümü tekrar kapatıyorum karşımda dansçılar, ALOHA diyorum ALOHA :)

not: 27.01.08 tarihli hayalimden alıntı..

4 Mart 2008 Salı

kelime oyunları / duvar

'Duvarlar yalan söyler mi' dedi Maribel*
Söyler, hemde en fiyakalısını dedim..

Duvarla konuşur, anlatırsın, gülersin kimi zaman. En kuytularda kalmış sırlarını yazarsın, resimler çizersin ve adının grafitisini üstüne..
İstediğin renge boyarsın, hem kendinin hem onun yüzünü. Tam karşısına geçer bakarsın, yaklaştıkça bulanıklaşır görüntüsü. Sessizliğini duruşunu seversin ve seni dinlemesini..
Güvenirsin duvarlara..
Her santimini, tüm çatlaklarını ve oyuklarındaki böcekleri bilirsin..
Yine de seversin..
Bir kaç siyah beyaz fotograf ve bir de çok sevdiğin Monet tablolarından asarsın sol tarafına..
Dokunursun usulca, soğuk yüzüne..
Ama biliyormusun Maribel, duvarla konuşmak iyi değildir.
Nankördür, çatlaklarından birikmişlik, öfke ve yalan sızar saçlarına..
Ve ne zaman üstüne yıkılacağını hiç bilemezsin.
Yıkıldıktan sonra ne olacağınıda..
Şimdi sus sessiz olalım Maribel..
Duvarlar duymasın...
Bir enkaz daha istemiyorum!

*Maribel, banadairlerimi içinde biriktirdiğim şeker kavanozumun adı.